Dr. Martin Rieger'in yönettiği ve Bertelsmann Stiftung tarafından desteklenen "Dini Yönelimler Programı" (Programm Geistige Orientirung) kapsamında, Almanya'yı içeren bir rapor Türkçe ve Almanca olarak yayınlandı.
Raporun sonuçları, Almanya'da Müslümanların dindarlığında çeşitlilik (s. 13-21), dindarlık ve aydınlanmacılığın birbirini dışlayıp dışlamadığı (s. 22-23), Almanya'da Sünniler ve Şiiler (s. 24-31), Almanya'da Aleviler (s. 32-37), yaş gruplarına göre İslamî dindarlık (s. 44-49), okulun Allah ile alakası olup olmadığı (s. 50-59), Almanya'daki Müslüman kadınlarda dindarlık (s. 60-66) bağlamında Dr. Jörn Thielmann, Prof. Dr. Rita Süssmuth, Prof. Dr. Peter Heine, Riem Spielhaus, Prof. Dr. Martin Sökefeld, Dr. Michael Blume, Prof. Dr. Harry Harun Behr ve Prof. Dr. Ina Wunn tarafından ele alınıp yorumlanıyor.
Bertelsmann Stiftung Yönetim Kurulu ve Kuratoryum Başkan Yardımcısı Liz Mohn tarafından kaleme alınan (s. 5) dinler ve medeniyetler arası karşılıklı anlayışı teşvik etmek kapsamında bir "Önsöz" ile adı geçen rapor kamuoyuna duyuruluyor.
Keza, raporda (s.6-8), Din Monitörü'nden elde edilen en önemli sonuçlar, "Almanya'daki Müslümanların Dindarlığına Bir Bakış" başlığı altında özetlenmiş bir şekilde kamuoyuyla paylaşılıyor.
Bertelsmann Stiftung Dini Yönelimler Programı (Programm Geistige Orientirung) Direktörü Dr. Martin Rieger'in "Din Monitörü"nü tanıttığı makalesinin (s. 9-12) dışında; adı geçen programın Proje Müdürü Dr. des. Ferdinand Mirbach'ın "Almanya'da İslam, Dünyada İslam" başlıklı bir karşılaştırması (s. 76-83) raporda dikkat çekiyor. "Almanya ve dünya Müslümanları kimlerdir?", İslam dini "neyi temsil etmektedir?" ve "Mensupları nasıl düşünmektedir?" sorularını irdelerken, "Kültür Müslümanları"na – ki İslam ümmetine dahil olup, kendileri için dinin hiçbir işlevinin olmadığı, sadece aileden alınan bir miras konumunda olduğu Müslümanlar – atıf yapan (s. 76), tek tip bir İslam'ın olmadığına (s. 82) vurgu yapan Mirbach, karşılaştırmasında şu hususun altını çiziyor:
"Müslümanları birleştiren Allah'a ve Kuran'da yer alan peygamber Muhammed aracılığıyla gönderilmiş olan vahye inanmaktır. Buna göre Müslüman, Kuran'ı bir tek Tanrı olan Allah'ın vahyi olarak kabul eden kişidir. İslam ve Müslüman kavramları Arapça'daki aslama (teslim olmak) fiilinden türetilmiştir; bu doğrultuda İslam teslim olunan, Müslüman da teslim olandır. ... Müslümanlar Muhammed'e değil Allaha ibadet ederler. ... Muhammed Müslümanlar için sadece uzun bir silsiledeki bir peygamber olarak değil, aynı zamanda kendisinden önceki peygamberleri tastik eden ve tamamlayan, peygamberlerin sonuncusu 'Peygamberlerin Mührü' olarak görülmektedir." (s. 78)Raporda, dinin entegrasyon bakımından önemi, "dindarlığı kabul görenin uyum sağlayıp toplumla bütünleşeceği"ni özetle vurgulayan Prof. Barbara John tarafından (s. 74-75) kaleme alınıyor.
Bertelsmann Stiftung'un "Din Monitörü 2008 – Almanya'daki Müslümanlarda Dindarlık: Dini Düşünce ve Praktiklere Bir Bakış" başlıklı raporunda, ankete katılan ve anadili olarak Türkçe, Boşnakça, Arapça veya Farsça konuşan gruplarla ilgili sonuçları değerlendiren dört söyleşi de okurla buluşturuluyor.
Bu meyanda, Türkçe konuşan gruba ilişkin sonuçları değerlendiren ve "dinlerin toplumları birarada tutan harç olabileceğini" düşünen Prof. Dr. Abdullah Takım ile bir söyleşi (s. 38-39) yayınlanıyor.
Aynı şekilde Boşnakça konuşan gruba ilişkin sonuçları değerlendiren ve
"araştırma sadece Almanya'daki Müslümanlara dair değil, genel olarak bütün Müslümanlara dair bir çok bilgi sundu. Bazen Müslüman insanların gerçeklikleriyle karşılaşmakta bir çekince söz konusu ama sanırım bağlantıyı sağladınız"diyen Bosna Hersek Başmüftüsü Dr. Mustafa Cerić'le yapılan söyleşi (s. 40) bulunuyor.
Raporda bir diğer söyleşi, Arapça konuşan gruba ilişkin sonuçları değerlendiren ve
"Dini eğitim değerleri yansıtabilir. Öte yandan önemli olan eğitimin seviyesi değil şeklidir. Eğer bir eğitim güç ve özgüvenlik duygusu kazandırabiliyorsa o zaman doğru bir eğitimden bahsedebiliriz"görüşünü dile getiren Marsilya'da Başmüftülük yapan Soheib Bencheikh'le gerçekleştiriliyor. (s. 41)
Paporun Farsça konuşan gruba ilişkin sonuçlarını değerlendiren ve "Dindarlık konusu ciddiye alınarak bazı şeyler düzeltilebilir" fikrini savunan Müslüman Akademisi Başkanı Hamideh Mohagheghi'yle (s. 42) olan söyleşi, 4 söyleşinin sonuncusunu oluşturuyor.
Öte yandan, Din Monitörü'nün Almanya dışında Türkiye, Fas, Nijerya, Endonezya ve İsrail'i konu edinen Müslümanlığa dair yaklaşımların sonuçlarını ise, "Çok Dindarlık ve Çeşitlilik" başlığı altında Almanya'da alanın duayeni olan Prof. Dr. Gudrun Krämer (s. 68-73) irdeliyor.
"1970'li yıllardaki yeniden İslamlaşma diye tanımlanan süreçle birlikte dine özel ve kamusal bütün alanlarda öncekinden daha fazla bir anlam yüklenmiştir" (s. 68)diyen Krämer; Fas, Türkiye ve Endonezya gibi Müslümanların nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu ülkelerin din, hukuk ve siyaset ilişkileri bakımından "birbirinden tamamen farklı bir yapılanma" gösterdiğine işaret ediyor. Ve şunu dile getiriyor: "Bu ülkelerde din daha çok politik sahaya ait önemli bir hadise olarak yankı bulmaktadır." (s. 68) Krämer için,
"Alevi, Nusayri, Dürzüler veya Ahmediler gibi küçük gruplarda ... mensuplarının kendilerini belli bir politik hal çerçevesinde Müslüman olarak görüp görmedikleri – ve de diğer müslümanlar tarafından kabul görüp görmedikleri hususu özellikle önemli.." (s. 69)Krämer, ilgili araştırmanın sonuçlarını yorumlarken, Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren şu hususun da altını çiziyor:
"Türkiye'de kendini Müslüman olarak tanım[la]yanların oranı % 99, bunların % 79'u Sünni, % 10'u 'diğer' ve % 3'ü Alevi (toplam nüfusa oranları genelde daha yüksek olarak bilinmektedir) olarak kendilerini tanımladılar. % 7 ise bilmiyorum şeklinde cevapsız bıraktı." (s. 70) [Bu arada Almanya anketine katılan Türk kökenlilerin % 9'unun Alevi olduğunu beyan ettiğine değinelim. (s. 25)]Araştırılan ülkelerde dini eğitime verilen öneme dikkat çeken Krämer,
"Bu durum 1920'lerdeki Atatürk reformlarının hayata geçirilmesiyle birlikte laik bir karakter kazanan Türkiye için dahi geçerli olmuştur. Burada ankete katılanların % 72'si dindar yetiştirilmişlerdir." (s. 72)diyor. Ve ekliyor:
"İslam kültürünün ağırlıkta olduğu birçok toplum için dini çeşitlilik modernitenin bir fenomeni ve modern zamanlarda yaşanan yığın göçmenliğin bir sonucu değil, tersine hep aynı tarzda olmasa da yüzyıllardır yaşanan bir realitedir." (s. 73)Raporda "Aleviler" maddesinde (s. 84)
"İçinde Şiadan ve İslam tasavvufundan elementler barındıran Alevilik 13. yüzyılda Anadolu'da ortaya çıkmıştır. Almanya'da tahminen 300.000 ila 700.000 arasında Alevi yaşamaktadır. Aleviler İslam'ın Beş Şartı'nı ve İslam hukukunu bağlayıcı olarak kabul etmedikleri gibi Alevi kadınlar da başörtüsü kullanmazlar"yazan "Küçük İslam Sözlüğü" (s. 84-85) de bulunuyor.
Rapor, dindarlığı birezsel bazda ölçen internet portalı www.religionsmonitor.com 'un (s. 86-87) ve "Bertelsmann Vakfı"nın tanıtımı (s. 88-89) ile adı geçen vakfın Din Monitörü hakkındaki yayınları (s. 90) kısımlarıyla sona eriyor.
* * *
Araştırmayla ortaya konan sonuçlar, Almanya'da temsili olarak toplam 2007 kişi üzerinde yürütülen ve telefonla yapılan 100 soruluk anketle Müslümanların dini konulara duyduğu ilgisini, Tanrı ve Tanrısal olana inançlarını, kamusal ve özel alanlardaki dini pratiklerini, dini tecrübelerini ve günlük yaşamda dinin önemini içeren dindarlıklarının altı boyutu üzerine genel ve klişeleri yıkan bir tabloyu gözler önüne seriyor.
Ankete katılanların 1034'ünü ( % 52) erkekler, 973'ünü kadınlar (% 48) oluşturuyor. Katılımcıların % 76'sı Türk, % 14'ü Arap, % 6'sı Bosna ve % 4'ü İran kökenli. Yaş profili ise 18-29 yaş grubu % 31, 30-39 yaş grubu % 34, 40-49 yaş grubu % 20, 50-59 yaş grubu % 8, 60 üstü yaş grubu % 6. Yine ankete katılanların % 78'i herhangi bir dini derneğe veya kuruluşa üye değil.
Anketin ağırlık noktası katılımcıların kültürel ve dilsel kökenlerine uygun olarak belirlenmiş. Hedef kitle grupların tipik soyadlarının taramasına dayanan bir onomastik yöntemiyle belirlenmiş. Tüm görüşmeler Almanca veya her bir anadilde "telefon"la yapılmış.
Sosyologlar, psikologlar ve din bilimcileri tarafından geliştirilen ankette, soru modüllerinden elde edilen veriler puan şemasına göre "çok dindar", "dindar" ve "dindar olmayan" şeklinde bir sınıflandırmayla merkezi bir endekste toplanarak okura sunuluyor..
Anket, ana hatlarıyla "Kişisel dindarlık günlük yaşamda nasıl bir öneme sahiptir?", "Dinler modern toplumları şekillendirmekteler mi?" ve "Dini olan'ın küresel çaptaki bir rönesansı önünde miyiz?" sorularına Almanya'daki "Müslümanlar" kapsamında cevap arıyor. Onların iç dünyalarını, özel yaşam alanlarını, Tanrı tasavvurlarını, İslamiyetin iç alemini de yalın bir şekilde aktarıyor.
Araştırma sonuçları, dindarlığın somut görünümüyle merkezilik kategorisi arasındaki farka işaret ediyor. Bu bağlamda, dindarlığın kişi için ne kadar merkezi bir öneme ve anlama sahip olduğunu ortaya koymakla onun yaşantı tutum ve davranışlarını belirleme oranı arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor.
Almanya'daki Müslümanların kişisel bazdaki dindarlığına ilişkin ayıredici ve temsil değeri olan verileri biraraya getiren araştırma, sloganik söylemleri düzelten, inancın Alman toplumunu meşgul ettiğini ortaya koyan, inancın anlam ve önemine ilişkin pekçok klişeyi ifşa eden sonuçlar; "gerçek dinini gizleyerek", "Türkiye'de olduğu gibi Almanya'da da takiyye yaptıklarını" ileri sürdüğü Alevileri "dini-kültürel bir azınlık" olarak gören ve "'Sünni' sorulara 'Alevi' cevaplar verildiği" kanaatinde olan Martin Sökefeld'i şaşırtıyor!
Araştırma, kamuoyundaki çok çocuklu geniş Müslüman aileler streotipini çürütüyor.
* * *
Araştırma sonuçlarına göre, Sünniler Almanya'daki Müslümanların % 65'i'ni, Aleviler % 8'ini oluşturuyor. Ankete katılan Arap kökenlilerin % 14'ü de Şii.
Anket, "çok dindar"ların % 47'sinin Sünni, % 29'unun Şii ve % 12'sinin Alevi olduğunu ortaya koyuyor. Yine, Sünnilerin % 50'sinin, Şiilerin % 34'ünün ve Alevilerin % 27'sinin din üzerine "yoğun" düşündüğü ve dini konularla ilgilendiği görülüyor. Müslümanların % 78'inin çok güçlü bir şekilde Tanrı'ya ve öldükten sonra bir yaşama inandıkları belirtiliyor. Bu orana Sünnilerin % 84'ünün, Şiilerin % 71'inin ve Alevilerin % 48'inin dahil olduğu da saptanıyor.
Araştırmanın ortaya koyduğu bir başka enteresan sonuç, Müslümanların kendi dinlerine önceliği reddedenlerle ilgili. Buna göre, Bosna kökenlilerin % 63'ü, İran kökenlilerin % 75'i kendi dinlerine önceliği reddederken; Şiilerin % 65'i ve Alevilerin % 75'i sıklıkla reddediyor.
Diğer taraftan, Müslümanların % 52'si İslam'a mümkün olduğunca çok insan kazanmaya "pek çalışmıyor". Aleviler açısından bunun oranı % 78.
Araştırmanın dini pratiğin boyutları bağlamında Aleviler için ortaya koyduğu önemli sonuçlardan birisi, onların % 77'sinin cemaatle namaza / Cuma namazına katılmamalarıdır. % 15'i cemaatle namaza / Cuma namazına katılmayı önemserken, % 19'u için de farz namazlarının önemli olduğu görülüyor. Keza, anket sonuçlarına göre, Cuma namazına gerçekten katıldığını söyleyenlerin oranı % 5, günde beş vakit namaz kıldığını belirtenlerin oranı ise % 2.
Ortaya çıkan bir başka sonuca göre, başörtüsü takmayı ankete katılan Almanya'daki Müslümanların % 53'ünün reddetmesi. Bunların % 56'sının erkek, % 50'sinin kadın olduğu anlaşılıyor. Alevilerin % 6'sının Müslüman kadınların başörtüsü takmasının gerektiği düşüncesini taşımaları, araştırmanın enteresan sonuçlarından biri oluyor. Bu bağlamda, Sünnilerin % 40'ının, Şiilerin % 28'inin, Alevilerin % 26'sının kıyafetle ilgili düzenlemeleri / hükümleri, "oldukça" veya "çok önemli" ifadesiyle açıkladıkları araştırma ile ortaya çıkıyor.
Dindarlığın merkezi bağlamında dindar olmayanların % 32'sini, dindarların % 10'unu ve çok dindarların % 2'sini 'Alevi'ler oluşturuyor. Ve Alevilerin ortalama % 40'ı ömründe bir kez hacca gitmeyi istiyor.
Araştırmanın diğer bir enteresan sonucuna göre, ankete katılan Almanya'daki Alevilerin % 24'ü Ramazan'da oruç tutulmasının gerekli olduğunu belirtirken, bu % 14'ü için orta seviyede önemli!.. Bu bağlamda Ramazan'da oruç tutulmalı veya tutulabilir diyenlerin oranı % 40'ı buluyor.
Aynı şekilde yiyecek ve içeceklerle ilgili hükümler kapsamında, ankete her mezhepten katılanlar arasında domuz etinin yendiği görülüyor. Buna göre, Aleviler ve Şiiler arasında 10 gibi bir oran; Sünnilerde ise % 1 oranı, sıklıkla ya da çok sık domuz eti tüketiyor.
Araştırmada ankete katılan Alevilerin % 71'i dini eğitim almadığını, % 70'i dini kitapları hiç okumadığını veya seyrek okuduğunu, % 59'u güncel hayatta dini emir ve yasaklara yok denecek kadar az uyduğunu belirtiyor. % 12'si dinin kendileri için çok önemli bir rol oynadığını veya dinin bir merkez olduğunu ifade ederken, % 30'u için siyaset çok önemli. Siyasetin çok önemli olması, Şii ve Sünnilerde % 20 oranında.
* * *
İslamî dindarlığın arkaplanında bulunduğu tahmin edilen siyasi motiflerin en azından Almanya'da "marjinal bir rol" oynadığını ortaya koyan rapor, İslam'ın bir yaşam yardımı, ilahın ise "şefkatli" görüldüğüne de kuvvetli vurgu yapıyor.
Gençlerin dindarlığının entegrasyon problemiyle ilişkili olabileceğini düşündüren araştırma sonuçları, gençlerin dindar yetiştirildiğinin; gençler arasında tabulara riayet etme ve kimliğin itirafının ("Evet, ben Müslümanım!") artmakta olduğunun altını çiziyor. Bu bağlamda, teoloji içerikli derslerin / ders sunumlarının, eğitimi ve dolayısıyla toplumsal yaşama katılımı / entegrasyonu "olumlu" şekilde etkileyici nitelikte olduğunu ima ediyor. Nitekim Behr'e göre,
"... müslümanlar burada dinlerine yararlı, etkileyici güçler atfediyorlar: Dinleri okul eğitiminin bir nesnesi olarak eğitim karyerini ilerletmede yardımcı olması, Müslüman öğrencilerin dua etmeyi değil, düşünmeyi öğrenmeleri beklenmekte." (s. 51)Wunn, bu noktada, dinin "otoportre inşasına hizmet ettiği" düşüncesinde. (s. 62) Barbara John'a içinse, dindarlık, göçmenler için çok hayati bir öneme sahip ve bir "değerler rehberi" oluşturuyor:
"Dindar göçmenlerin hemen reddedildikleri hissine kapıldıkları takdirde, kendilerini bu toplumla özdeşleştirmeleri zorlaşacaktır. Tam tersi, bulundukları kendi ortamlarına geri çekileceklerdir. Ve bu da toplumun çoğunluğu tarafından 'uyumsuzluk' olarak öne sürülecektir." (s. 74-75).Veriler, Süssmuth için, dindarlık ve aydınlanmacılığın birbirini dışlamadığını, "tersine dindarlığın toplumun bütün parçaları için derin bir anlama sahip olduğu"nu ortaya koyuyor. (s. 23)
"Buradan hareketle dinlerarası diyaloğa sıkıca tutunurken burada yaşayan halkın ne düşündüğünü unutmamamız önemlidir çünkü onları memnun etmek durumundayız. Mevcut önyargıları gerçek veriler sayesinde daha kuvvetli biçimde kırmalıyız." (s.62)diyen Süssmuth, din dersinin eğitim alanından çıkarılmayıp ona dahil edilmesini önemsiyor:
"Dinin eğitimin karşısında olduğu gibi bir yaklaşım bu araştırmadan kesinlikle çıkartılamaz; tam tersine din aracılığıyla şekillenen bir eğitim anlayışı vardır! ... Kendi dinini tanımayan ne başkasının dinini anlayabilir ne de kendi dinini savunabilir." (s. 23)[İsmail Engin]
Bertelsmann Stiftung: Din Monitörü 2008 – Almanya'daki Müslümanlarda Dindarlık: Dini Düşünce ve Praktiklere Bir Bakış. Gütersloch / Osnabrück 2008, 90 S. [Bertelsmann Stiftung: Religionsmonitor 2008 – Muslimische Religiosität in Deutschland: Überblick zu religiösen Einstellungen und Praktiken. Gütersloch / Osnabrück 2008, 90 S.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder