- Alevi olmanın olmazsa olmaz bir koşulu "Ali ve Ehlibeyt sevgisi"dir.
- Dini hayatı belirleyen üç önemli unsur, talip–pir ve mürşid olmaktır.
- Kendisini Alevi kabul eden her birey, soy zinciriyle kutsanmış bir ocağa bağlıdır ve onların dini ayinlerine bu ocağın dedeleri veya babaları başkanlık etmektedir.
- Pir olarak kabul edilen dedeler ve ait oldukları ocaklar, yine belirli bir soy zinciriyle kutsanmış başka ocaklara bağlıdır. Onların da soy zincirinin kökeninin Ali'ye uzandığı kabul edilmektedir.
- Belirli dini uygulamaların yürütüldüğü ve her aşamasında simgeleştirilen davranış kalıplarına dönüştürülen ve ritüelleştirilen cem adı verilen dini ayinler vardır.
- Dini ve gündelik hayatın önemli bir parçasında, kutsanmış ocak ulularının –ki onlar genelde mürşiddir– yaşadığı ve türbelerinin bulunduğu, belirli bir dönem içinde dini eğitim merkezleri olarak dini ve gündelik hayata yön vermiş dergâhlar ve dergâh ziyaretleri bulunmaktadır. Burada dini ayinler yapılmakta ve kurban kesilip lokma dağıtılmaktadır.
- Dergâh ziyaretleri zamanla yılın belirli günlerindeki anma günlerine veya törenlerine dönüşmüştür.
- Yatır, düşek ve makam ziyaretleri yapılmaktadır. Gündelik hayata ait belirli bir isteğe–umara yönelik bu ziyaretlerde adak adanmakta; kurban kesilmektedir.
- Hızır orucu ve Muharrem–Kerbela matemi orucu tutulmaktadır.
- Dernek, vakıf gibi sivil toplum örgütleri kurulmuştur. Sivil toplum örgütleri de panel, sempozyum, anma ve aşure günleri düzenlemektedir.
Alevilerin dini ve günlük hayatlarını ören bu örnekler, onların çevresini ve dünyayı algılamalarını, değerlendirmelerini–kategorize etmelerini sağlayan görüşlerin, kavramların, düşüncelerin, müzikten mutfağına, siyasetten sağlığına kadar hayatın değişik aşamalarında varlığını hissettiren kolektif bilinçlerinin oluşmasını veya oluşturulmasını içermektedir. Bu kolektif bilinç, damıtılmış kolektif belleğe dönüşmekte; kültürel bir miras olarak kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, bu kolektif bilinç, zamanaşımına uğramayan acı veya acılar ile haksızlıklar üzerine inşa edilmektedir.
Şöyle ki: Alevi olmanın olmazsa olmaz koşulunun Ali ve Ehlibeyt sevgisi olduğunu az önce belirtmiştik. Dini ayinler, Alevi kolektif bilincinin en önemli parçasıdır. Damıtılmış değerlerin simgeleşerek kendini bulduğu dini ayinlerin başlangıç noktası, Ali ve Ehlibeyt sevgisi ile onlara yapılan veya yapıldığı varsayılan haksızlıkların konu edinilmesidir ve buradan hareketle zamanaşımına uğramayan acı Kerbela olayı da dini ayinlerin odak noktasıdır.
Kutsanmış bir ocağı temsil eden veya o ocağın temsilcisi tarafından görevlendirilen dini liderin başkanlığında yapılan dini ayinlerin gerçekleştirilmesi için, dini liderin ve taliplerinin ayin esnasında hazır bulunması gerekir. Ancak, onların yanında bir de zakirlik görevi vardır ki, dini lider ve taliplerin bulunduğu; ama zakirin olmadığı bir toplantı, dini ayin değildir. Diğer bir deyişle, saz çalan ozan olan zakir, dini ayinlerin vazgeçilemez bir unsurudur. Bu görevi, saz çalmasını bilen dini liderin yerine getirdiği de zaman zaman görülmektedir; fakat ayinde saz çalmasını bilmeyen bir dini liderin yanında mutlaka zakirinin olması koşuldur.
Ayinde deyiş, duvaz ve miraçlama okuyan zakir, dizelerde simgeleştirilmiş acıların hatırlanmasını sağlamakta; kolektif belleğin harekete geçirilmesine yol açarak taliplere hayallerinde olabildiğince geniş bir mekâna ve sınırları Ali'den başlayarak günümüze kadar uzanan zamana ait haksızlıkları, cemaatin acılarını konu edinen olaylar zinciri sunmaktadır. Dini liderin söylencelere dayanan sohbetiyle bütünleşen bu durum, dini ayinlerin kendi içinde akışına yön vermektedir.
Değişik zamanlarda yaşayan ve yaşadığı zamandaki olayları kolektif belleğe katan ozanların deyişlerini de okuyan zakir, olaydan olaya sıçramalar yapmakta; kolektif bilincin uyarılmasını üstlenmektedir. Yine hemen belirtilmelidir ki, Pir Sultan Abdal gibi aynı mahlası taşıyan birden fazla ozan vardır ve bu ozanlar, zamandan bağımsız aynı olayı yorumlamaktadır. Bu yorumlamalar, kolektif belleğin yeniden yorumlanmalarından veya yeni bir tarih yazıcılığından başka bir şey değildir. Diğer bir deyişle, zakirler ve ozanlar, Aleviler açısından, Alevi belleğinin "zamanaşımına uğramayan acılarını"n ya da "kendi resmi tarihlerinin" (ki bu resmi tarih de benzerleri gibi subjektiftir ve bunun böyle olması doğaldır) sürekli yazıcıları ve öğreticileridir.
Zakirlerin bir kısmı, diğer ozanların deyişlerinden başka kendi deyişlerini–şiirlerini de söylemektedir. Tıpkı dini liderin söylenceleri kapsayan söyleşisi gibi tarih sürekli yeniden yorumlanmaktadır veya oluşturulmaktadır; kolektif bellek de sürdürülmektedir, yenilenmektedir.
Ayinde tarihsel olaylar, simgeleştirilerek sunulmaktadır. Simgesel olarak dağıtılan "sakka suyu"nun da Kerbela'da susuz kalmış Ehlibeyt'in ve yandaşlarının hatırlanmasında önemli bir fonksiyonu vardır.
Üzerinde duracağımız bir diğer husus, günümüzdeki anma geceleri ve törenleri, etkinlikleridir. Bu tür etkinliklerde de göze çarpan iki nokta vardır. Önce panel düzenlenmekte ve ardından ozanlar sahnede yerini almaktadır. Panelistlerin güncel ve tarihsel olaylar karşısındaki yorumlamalarıyla uyanan kolektif bilinç, ozanların kolektif belleği tüm motifleriyle verdiği deyişleriyle en üst düzeye çık(arıl)maktadır.
Burada ozanlar, yetiştiği kültür çevresine (bu Aleviliğe özgüdür) ait belirli "rollerin" taşıyıcılarıdır; söz konusu kültür çevresi, ozanlarda belirli davranış tarzlarının oluşmasına (ki onlar şiirler şeklinde dışa vurmaktadır–yansımaktadır) katkı yapmaktadır. Bu durum, Alevilikte ve Alevilerde genelleşen davranış kalıplarına ve "pozisyonlara" yol açmaktır. Aynı şekilde, bu ozanlarda Ali kültü, Kerbela'dan Sivas'a (Sivas olaylarına) uzanan ve Kerbela–Sivas arasında paralellikler kuran güçlü bir yaklaşım vardır. Bunun kadar güçlü bir şekilde ortaya konulan bir başka olgu, "düzenin bozukluğu"dur (veya düzenin aksayan yanlarıdır). Bu noktada, halkın dileklerini/taleplerini halk adına dile getiren (devletten de koruma bekleyen), "muhalif bir kimliğe bürünen" ozan tipiyle karşılaşılmaktadır veya böyle bir ozan tipi "idealize edilmekte"dir. Onlar siyasi, ekonomik ve sosyal sorunları–konuları, düzenin aksayan/bozuk yanları bağlamında sismografik biçimde ve bu ölçüde de duygusal göstermektedirler; son derece siyasidirler. Pozisyonları sisteme muhalif olmaktır. Sisteme muhalif olabildikleri için de mesajlarını ulaştırma alanları–kitleleri geniş ve yaygındır. Nitekim, kitleleri sanatla politize edebilmektedirler. Sisteme muhalif olan; ama Alevi olmayan diğer kesimlerle Alevileri de yakınlaştırmaktadırlar. Deyişlerinde–şiirlerinde "kendilerince kendilerini" anlatan ozanlar, "kendilerince Alevileri ve Aleviliği" de anlatmaktadır. Bununla birlikte değişmezmiş gibi gözüken; ama aslında sürekli değişen Aleviliğin–Alevilerin söylevlerinin–normlarının da zaman ve mekân boyutunda nasıl değiştiğini şiirlerde ve tabii ki motiflerde bulmak mümkündür: Ali'den Şah'ına, Atatürk'e; Hayber kapısından, Yıldız dağlarına; Kerbela'dan kanlı Kızılırmak'a, Maraş, Sivas'a (ve Madımak'a); direnen Hüseyin'den Deniz Gezmiş'e; Zülfikar'dan insan haklarına, demokrasiye, adalete; kerametten bilime; Hakk'ın cemalinden laikliğe vb..
Zaman ve mekânla ilgili (genelde siyasi motifler taşıyan) değişik unsurların birbirine ek(lem)lenmesi, aktüalize edililmesi; zaman ve mekân sınırlarının bu şekilde bulanıklaşması, zaman(lar) ve mekân(lar) arasındaki gidiş–geliş, "zalim"e karşı "masum"u içeren Alevi kolektif bilincinin –ki o, cemaat(leşmey)e dayalıdır– önemli ve vazgeçilemez unsurlarını oluştururken, onun simgesel hatırlatmalarla pekişmesini–güçlenmesini sağlamaktadır. Böylece tarihsel bir süreç oluşturulmaktadır. Nitekim, sözü edilen kolektif bilincin pir, mürşid, talip, turab olma; cem, lokma, ikrar; üçler, beşler, kırklar gibi sayısal simgeler; Hızır İlyas; Hakk'ın aslanı, Şah-ı merdan; erenler; Hünkâr, Serçeşme; güvercin donu, turna; Ehlibeyt vb. gibi sözden saza, sazdan söze aktarılan kavramsallaş(tırıl)an–simgeleş(tiril)en unsurları, ozanların şiirlerinin temel dayanaklarıdır.
Sonuç olarak, zakirlerin ve ozanların Alevi kolektif bilincinin ve belleğinin oluşturulmasında, geliştirilmesinde, sürekli yenilenmesinde yadsınamaz bir öneme sahip olduğu söylenebilir. [İsmail Engin]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder