[İsmail Engin] İnsan, belirli bir "kültür çevresi"nde dünyaya gelir, gelişir ve ölür. Bireyin kimliği, bu "kültür çevresi"nde oluşur. "Kültür çevresi", bu anlamda bireye kimlik kazandıran bir işlevi üstlenmiştir. Daha doğmadan, doğacak çocuğun adı çerçevesinde yapılan tartışmalar ve ad belirleme, onun kültürel kimliğinin şekillenmeye başlamasının birer göstergeleridir. Cinsiyet rollerinin nasıl olmasının gerektiği ve buna bağlı olarak hangi renkte elbiselerin giydirileceğinin tasarlanması, hep kültürel kimlikle ilgili işlemleri içermektedir. Bu anlamda birey, özgür değildir.
Bireyin belirli bir "kültür çevresi"nde, ait olduğu kültüre özgü davranış kalıplarını kazanması, bütün yaşamı boyunca süregelen bir süreçtir. Bu anlamda ünlü Fransız etnoloğu Arnold van Gennep (1909)'in "rites de Passage" olarak belirli dönemlere ayırıp sistemleştirdiği söz konusu süreç, bireyin yaşamındaki üç önemli dönemi kapsamaktadır: Doğum, evlenme ve ölüm. Her dönem, bir bölük âdet, tören ve dinî ile büyüsel işlemlerden oluşmaktadır [1]. Nasıl ki bireyin adını belirleme özgürlüğü, ait olduğu "kültür çevresi" içerisinde yoksa -kimi ender durumlarda birey yine kültürel olarak reşit kabul edildiği yaşta ya da bu yaştan sonra adını kültürce kabul edilen normlar çerçevesinde değiştirebilmektedir- geleneksel toplumlarda öldükten sonra bireyin nasıl gömüleceğine ilişkin özgür bir seçim hakkı da bulunmamaktadır. Kaldı ki, bireyin herhangi bir konuda yapabileceği seçim ile ilgili hakkı, yine "kültür çevresi" tarafından belirlenmektedir.
Yaşamın üç önemli döneminde bireyin kültürel seçiciliği ya da seçimi, genelde evlenmeyle ilgili dönem için söz konusu olabilmektedir. Ancak, bu dönemde bile seçim, bireyin kazandığı kültürel kalıplar yoluyladır. O halde, bireyin en fazla özgür olarak kendini hissedebileceği dönem, evlenme dönemi olmasına karşın, yine de kültür başat unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşamda bireyin kültürel seçiciliğinin hiç olmadığı bir dönem, doğum ile ilgili dönemdir. Burada, tamamen "kültür çevresi" işin içindedir. Özellikle geleneksel toplumlarda, bu döneme üçüncü geçiş dönemi olan ölüm ile ilgili dönem de eklenmektedir. Burada ele alınacak konu ölümle ilgili dönemden yalnızca ölü gömme geleneğinin ortaya konulmasıdır. "Kültür çevresi" olarak ise, genel anlamda Alevi bir topluluk olan "Tahtacılar"a özgü "kültür çevresi" seçilmiştir. Ancak, "Tahtacı kültür çevresi" oldukça geniş bir coğrafi alanı kapsadığından [2], söz konusu çevre daraltılarak Antalya Elmalı'nın Akçay Bucağına bağlı bir Tahtacı köyü olan Akçaeniş, ölü gömme geleneği açısından ele alınmıştır [3].
Köyde ölü gömme geleneğini, ilk ve son aşama ya da hazırlık ve gömme aşaması olarak iki kısma ayırmak mümkündür. Ölüm olayı oluştuğu andan başlayarak, cenaze namazının kılındığı ana kadar olan işlemleri ilk aşama ya da hazırlık aşaması; ölü ile ilgili cenaze namazından sonra olan ve onun gömülmesini de kapsayan işlemleri ise son aşama ya da gömme aşaması olarak görmekteyiz.
a) Hazırlık Aşaması: Yıkama-Kefenleme-Giydirme
Köyde herhangi bir ölüm olayı oluştuğunda, ölü gömme geleneğiyle ilgili ilk aşama ya da hazırlık aşaması başlar. Söz konusu durum akşam vaktine doğru oluşmuşsa, ölünün gömülmesi ertesi güne bırakılmaktadır. Buna, "ölünün gecelemesi" denilir. "Ölünün gecelemesi"nin gerektiği durumlarda, köyde o anda bulunan "zakir"ler sabaha kadar saz çalarak beyitler okurlar. Evdeki herkes ağlar. Bu arada ölünün konulması için üç katlı kefen alınır ve ölüye göre kefenin hazırlanmasına başlanılırken, bu arada ölünün ne zaman gömüleceği de kararlaştırılır. Ölü, evde elbiseleri tamamen çıkarılarak, kefene konulur. Üç katlı kefenin iki katı, ölünün boydan boya ve enden örtülmesini sağlayacak şekilde kesilir. Ölüyü tamamen örten iki katlı ve dış kefen olarak niteleyebileceğimiz bu kefenin altına, "yakasız gömlek" denilen ve iç kefeni oluşturan ancak ölünün boydan boya örtülmesini sağlamayan, bir kefen daha konulur. Ölünün baş kısmı açıkta kalacak şekilde, yakasız bir gömlek olarak gövdesini saran iç kefeninin uzunluğu, boyundan dizlere kadardır. Ölünün "yakasız gömlek" adı verilen iç kefenine, onun cinsel organını örttüğü için, "sır örtüsü" de denilir.
Ölünün, gömüleceği gün, önce yıkanması gereklidir. Ölen kişi erkek ise onu yıkayan kişi de erkektir. Eğer kadınsa, yıkayan kişi bu kez kadındır. Ölünün yıkanması, ona yapılacak son hizmetlerden biridir. Ölüyü yıkayacak kişi, bu hizmeti gerçekleştirmeden önce, üç sabun torbasının içine, koni şeklinde ve avuca alınacak kadar büyüklükte sabun kıyar. Bu arada, üç "tarat bezi" ile bir örtü ve "kurutma havlusu" hazırlanır. Ölüyü yıkayacak kişinin önünde ise "peştemal" denilen bir bez ya da havlu bulunmaktadır. Herkes ölü yıkayamaz. Bunun için, önce ölü yıkamanın geleneksel kurallarını bilen ya da öğrenen bir kişinin olması gereklidir. Bu kişinin Sünnî ve cami imamı olmaması genel kuraldır. Onun Alevî olarak bir "dede", "mürebbî" ya da "talip" olup olmamasıysa, önemli değildir. Önemli olan, onun ölü yıkama ile ilgili kuralları bilmesidir. Ölünün bütün vücudu, yıkanır. Söz konusu yıkama işleminde sıcak su kullanılır. Ölüyü yıkayan kişi, onun cinsel organının kıllı bölgelerini temizlemelidir. Tarat bezleri ile ölü taratlandırılır. Ölen kişi eğer erkekse ve sakalı uzamışsa, sakalı traş edilir. Ancak, bıyığına dokunulmaz.
Ölü yıkandıktan sonra, kurutma havlusu ile silinir ve ölümün konulacağı tabut ya da diğer bir deyişle "sal ağacı" hazırlanır. Ölüyü tamamen örten iki kat kefen "sal ağacı"na döşenir. Ölüye yıkandıktan sonra, ilk önce iç çamaşırı olan aklet ve donu, iç çamaşırdan sonra pijaması giydirilir. Ölünün ayağına çorap giydirilmesi, hiçbir zaman unutulmaz. En son olarak, ölüye elbiseleri giydirilmektedir. Ölünün giydirilmesi yıkanıldığı yerde yapıldığı gibi, bazan "sal ağacı"nda da yapılabilir. Bu konuda kesin bir kural bulunmamaktadır. Ancak, kesin olan bir şey vardır ki, o da "sal ağacı"na "yastık" konulmasıdır. Giydirilerek "sal ağacı"na konulan ya da "sal ağacı"nda giydirilen ölünün çenesi, burada kafatasına bağlanır. Köydeki deyişiyle "çene çatılır". Hemen sonra ölünün her iki ayağının başparmağı da birbirine bağlanır ve kollar vücudun yanına uzatılır. Bu işlemlerden sonra, "sır örtüsü" örtülür. Bundan sonra sıra "veda ziyareti"ne gelir. Akrabaları, arkadaşları ve tanıdıkları ölüyle vedalaşır ve helâlleşir. Küçükler, ölünün sağ elini öper. Yaşıtlarıyla büyükleri, ölünün yanağının dudaklarıyla birleştiği kısmı, önce sol sonra sağ ve bir kez daha soldan "ya Allah, ya Muhammed, ya Ali" diyerek öperler. Kefen, ayakla baş kısmından bağlanır. "Sal ağacı"nın kapağı kapatılır ve "sal ağacı", dışarıdan "yeşil" renkli bir "sal örtüsü" ya da bir battaniyeyle sarılır. Ölünün yıkandığı yerde, onu yıkayan kişi, bu işlemlerden sonra orada bulunan herkesin duyabileceği bir şekilde şöyle der: "Allahım, bu mevtanın taksiratlarını affeyle. Ona geçen haklarımız helâl olsun. Cemaat! Mevtaya olan haklarını herkes helâl etsin!" Bunun üzerine ölünün yanında olan herkes üç kez "helâl olsun" der.
Geçiş: Cenaze Namazı
Gömülmek üzere hazırlanmış ve "sal ağacı"na konulmuş ölünün "cenaze namazı"nın kılınması gerekli olan bir koşuldur. Ölü "sal ağacı" ile "cenaze namazı"nın kılınacağı "cami"ye götürülür. "Cenaze namazı", bu anlamda "hazırlık aşaması"ndan "gömme aşaması"na bir "geçiş"tir. Köyde bulunan caminin belki de tek işlevi budur. Sünnî geleneğe uygun beş vakit namazdan öğle ya da ikindi namazına endeksli bu durumda, öğle ya da ikindi namazını içeride yalnız başına kılan "Sünnî imam", dışarıda "cenaze namazı"nı kıldıran kişi konumundadır.
Köye Sünnî imam gelmeden önce, "cenaze namazı"nı köylünün içinden bu işi bildiği varsayılan bir kişi kıldırmaktaymış. Cami avlusunda toplanan köylü, Sünnî imamın kıldıracağı "cenaze namazı" için, "sal ağacı"nın ve namazı kıldıran kişinin arkasında sıralanır. Üç, beş ya da yedi tane sıra yapılır. Köyde "cenaze namazı" kılınırken, namazı kıldıran kişi, ölünün cinsiyetine göre, eğer erkekse, üç kez "erkek kişi niyetine, Allah için namaza, meyit/ölü için duaya dört tekbir ile uyun imama" der ve arkasından dört kez önce sağa, sonra sola selâm verilirmiş. Daha sonra, önce sağ, sonra da sol el aşağıya sarkıtılarak herkes içinden "fatiha" okurmuş. "Dua" bittiğinde "cenaze namazı"nı kıldıran kişi, "muhterem cemaat, mevtayı nasıl bilirsiniz?" diye sorduğunda orada bulunan herkes "iyi biliriz" yanıtını verirmiş. Bu durum üç kez tekrarlanırmış. En son olarak "cenaze namazı"nı kıldıran kişi, "Allah, taksiratını affetsin" diyerek, namazı bitirirmiş. Ölünün ve "cenaze namazı"nı kıldıran kişinin arkasında sıralanmış cemaat ise, "Allah rahmet eylesin" dermiş. İnanışa göre, bu durum, ölünün "Allah katına kul borçlusu olarak gitmemesinin" bir göstergesidir. Söz konusu soruya verilecek olumsuz yanıt, ölünün yaşarken iyi bir izlenim bırakmadığının bir sonucu olarak görülmektedir. Ancak, bugüne kadar, bu sorunun olumsuz yanıtlanması söz konusu olmamış. Yine inanışa göre, cennet ve cehennem, bu dünyada bitmektedir. Ölünün "iyi" anılması, bu dünyada iyi şeyler yaptığının ifadesidir. "Allah katı"na ulaşan kimse için cennet ve cehennem olmamaktadır. O kimse, "Allah" ile bütünleşmektedir. Bunun için de "cenaze namazı"nda kişinin iyi anılması gerekmektedir.
Bir yandan bu uygulamalar olurken, öte yandan da mezar hazırlanmaktadır. Ölen kimsenin cinsiyeti, burada da son derece önemlidir. Çünkü, ölü erkekse, mezar aşağıya doğru, kişinin dik ve yere bastığı varsayılarak erkeğin yerden göbeğinin yüksekliğine kadar; kadınsa, yerden göğsünün yüksekliğine kadar ve boyunun uzunluğu da dikkate alınarak doğudan batıya doğru kazılır. Kıble tarafında kalan bölüm 30-40 cm. toprak altından içeriye doğru kazılır. İçeriye oyulmuş bu bölüme "sapıtma" ya da "koytan" denilir.
b) Son Aşama: Gömme
Ölünün "cenaze namazı" kılındıktan sonra, son aşama olan "gömme aşaması" başlar. Ölü, "sal ağacı"nda omuzlar üzerinde mezarına getirilir. Önce mezarın tabanına bir "döşek" serilir. Boylamasına doğudan batıya doğru kazılan mezarın batı yönüne güneybatıyla kuzeybatıyı birleştirecek şekilde "yastık" konulur. Sonra, "sal ağacı" açılır ve yakınları tarafından "sal ağacı"ndan alınan ölü, üç kişinin yardımıyla mezara indirilir. Baş kısmı batıya ve yüzü yukarıya gelecek şekilde mezara indirilen ölünün elleri, yandadır. Ancak, ölünün vücudu ile başı biraz kıbleye çevrilir. Ölünün kefen bağları bu arada çözülür. Ölen kişi, yaşamında çok hırslı ve cimri olarak tanınıyorsa, "gözünü toprak doyursun" denilerek onu mezara indiren kişiler tarafından gözüne birer tutam toprak atılır. Diğer bir deyişle, bu durumdaki ölünün gözüne atılan toprak, üç tutamdır. Bu uygulamadan sonra, mezarın tabanıyla kuzey duvarının kesiştiği çizgiden başlayarak, uç ve dip kısmı bu çizgiye; diğer ucu yukarıya ve mezarın güney duvarına gelecek şekilde tahtayla doğusundan batısına kadar bir boydan bir boya döşenmesi yapılır. Mezarın açılması için ilk kazmayı ya da çapayı vuran kişi tarafından ilk toprak atılır.
Mezar tamamen toprakla kapatıldıktan sonra, yer ile aynı düzeyde tutulmaz. Yerden daha yüksekte bombeli bırakılır. Bombeli olan mezarın bu kısmı, balık sırtı biçimine getirilir. Mezarın baş tarafı olan batı yönüyle ayak tarafı olan doğu yönüne birer tahta dikilir. Ölünün baş tarafı olan batı yönüne dikilen tahtada onun babasının adı ile kendi adı ile soyadının yanı sıra, doğduğu ve öldüğü tarihleri içeren bilgiler yazılıdır. Bu tahtaya, "baş tahtası" ya da "hece taşı" denilir ve ölünün ayak tarafından çözülen kefen bağı "baş tahtası"na bağlanır. Ölünün ayak tarafı olan doğu yönüne dikilen tahtaya da onun kefeninin baş tarafından çıkan kefen bağı bağlanır. Ölünün gömülmesini kapsayan bu aşama böylece tamamlanır.
Akçaeniş Tahtacılarında ölü gömme geleneğini "yemek geleneği" izler. Ölüm olayı oluştuğunda hemen bir "kurban tığlatılır" / kesilir. Ölü gömüldükten sonra, ölünün akrabaları, tanıdıkları diğer bir deyişle bütün köy halkı "yas yeri yemeği" ya da "kabir yemeği" adı verilen birinci gün akşam yemeğine kendi hazırladığı yemekleriyle gider. Bu yemek, üçüncü gün "üç yemeği", yedinci gün "yedi yemeği", kırkıncı gün "kırk yemeği" olarak tekrarlanır. Bir yıl sonra "yıl yemeği" verilir. Ölenin ailesinin durumu uygunsa, her ölüm yıldönümünde yemek verilir.
Sonuç olarak şu söylenebilir: Yaşamın üç önemli döneminden biri olan ölümle ilgili dönemde, ölen birey, ait olduğu "kültür çevresi"nin kalıplarına göre gömülmektedir. Birey, bu açıdan da diğer alanlarda olduğu gibi, "kültür çevresi"ne bağımlıdır. [İsmail Engin]
Notlar
[1] Kimi örnekler için bkz. Acıpayamlı 1974; Örnek 1966; 1979.
[2] Bkz. Andrews 1989: 288-294
[3] Tahtacılarda ölüm ve ölü gömme gelenekleri için bkz. ve krş. Süleyman Fikri 1927: 489; Yusuf Ziya 1930: 75-80; Toros 1938; Yılmaz 1948: 79-88; Roux ve Özbayrı 1965: 62-66; Yetişen 1986: 49-52; Üçyıldız 1991:27; Küçük 1995: 121-123.
Kaynaklar
Acıpayamlı, Orhan (1974): Türkiye'de Doğumla İlgili Âdet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü. Ankara; Andrews, Peter Alford (Ed.) (1989): Ethnic Groups in the Republic of Turkey. Wiesbaden; Gennep, A. van (1909): Rites de Passage. Paris; Küçük, Murat (1995): Horasan'dan İzmir Kıyılarına Cemaat-ı Tahtacıyan. İstanbul; Örnek, S. Veyis (1966): Sivas ve Çevresinde Hayatın çeşitli Safhalarıyla İlgili Bâtıl inançların ve Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tetkiki. Ankara; Örnek, S. Veyis (1979): Anadolu Folklorunda Ölüm. Ankara; Roux, Jean-Paul ve Kemal Özbayrı (1965): "Quelques notes sur la religion des Tahtacı nomades bucherons de la Turquie meridionale." Revue des Etudes Islamiques 1964, 45-86; Süleyman Fikri (1927): "Anadolu'nun Dinî Etnografyası: Teke Vilâyetinde Tahtacılar." Türk Yurdu, v, 29: 477-489; Toros, Taha (1938): "Toroslarda Tahtacı Oymakları." İçel, 3: 10-11; Üçyıldız, Necati (1991): "Taşeli Yöresinde Tahtacı Türkmenlerinde Gelenekler." Cem, 7: 25-28; Yetişen, Rıza (1986): Tahtacı Aşiretleri: Adet, Gelenek ve Görenekleri. İzmir; Yılmaz, Abdurrahman (1948): Tahtacılarda Gelenekler. Ankara; Yusuf Ziya (1930): "Tahtacılar." Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası, ıv, 14: 73-80.
Bkz. İsmail Engin: "Akçaeniş Tahtacılarında Ölü Gömme Geleneği" 1. Akdeniz Yöresi Türk Toplulukları Sosyo-Kültürel Yapısı (Tahtacılar) Sempozyumu Bildirileri (26-27 Nisan 1993 / Antalya). Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1995: 37-44.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder