[İsmail Engin] Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), özel sektörü temsil eden sanayici ve işadamları tarafından 1971 yılında, kamu yararına çalışma amacıyla kurulan bir sivil toplum örgütüdür. Türkiye'de Atatürk'ün çağdaş uygarlık hedefine ve ilkelerine bağlı bir toplumsal yapının gelişmesine; demokratik sivil toplum ve laik hukuk devleti anlayışının yerleşerek, devletin demokrasi ve insan hakları evrensel ilkelerine bağlı, girişim, inanç ve düşünce özgürlüklerine saygılı, yalnızca asli görevlerine odaklanmış yapılanmasına, kurumlarının bu şekilde gelişmesine yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle, zaman zaman ülke gündeminde bulunan konularla ilgili görüşlerini bilimsel çalışmalarla destekleyerek kamuoyuna duyurmakta ve tartışma platformlarının oluşmasını sağlamaktadır.
TÜSİAD'ın konuyla ilgili ilk önemli çıkışı, demokrasi üzerinedir.
Demokrasiyi Türkiye için de konjonktürle değil ilkesel bir konu olarak gören ve Batı demokrasilerini hedefleyen TÜSİAD, "Türkiye'de, serbest piyasa ekonomisinin uzun dönemli kalıcılığının, ancak, toplumsal uzlaşma için diyalog kanalları olan, mümkün olan en geniş katılımlı, çoğulcu demokratik bir siyasal yapı içinde sağlanabileceği"nden hareketle, Türkiye'de demokrasinin yerleşmesi ve gelişmesine katkı için, aksayan yanlarını ortaya koymak ve çözüm önerileri, olasılıkları sunmak amacıyla, Bülent Tanör'e hazırlattığı "Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri" (Ocak, 1997) adlı yayınla adından uzun süre söz ettirdi.
Bu incelemeyi, konuya yönelik eleştirilere cevap vermek ve konunun takipçisi olacağını göstermek amacıyla, yine Bülent Tanör'e hazırlattığı "Türkiye'de Demokratik Standartların Yükseltilmesi-Tartışmalar ve Son Gelişmeler" (Aralık, 1999) adlı çalışma ile Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne aday ülke olarak kabul edilmesiyle yeni bir ivme kazanan Türkiye-AB ilişkilerini, Kopenhag kriterlerini ve uyum sürecini konu edinen "Avrupa Birliği'ne Tam Üyeliğe Doğru Siyasi Kıstaslar ve Uyum Süreci" (Aralık, 1999) adlı yayın izledi. Ardından aynı kapsamda Süheyl Batum'a hazırlattığı ve Seyfettin Gürsel'in de katkı yaptığı "Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri ve AB Kopenhag Siyasal Kriterleri –Görüşler ve Öncelikler–" (Mayıs, 2001) adını taşıyan 30 sayfalık bir diğer yayınla (veya raporla) kamuoyunda derinlemesine tartışmalara yol açtı.
Türkiye'de demokratik standartların yükseltilmesi projesi çerçevesinde birbirini tamamlayan ve birbirlerinin devamları, öncülleri ve ardılları olan bu çalışmalarda veya raporlarda, Batı demokrasisi çerçevesinde öneriler geliştirildi ve demokratik sistemin aksayan yanlarıyla ilgili saptamalar yapıldı. Buna yönelik yasal ve anayasal düzenlemelerin neler ve nasıl olması gerektiğinin altı çizildi; din özgürlüklerine de yer yer "İnsan Hakları" anabaşlığı ve "Düşünsel Özgürlükler" altbaşlığı altında değinildi. Özellikle Bülent Tanör tarafından kaleme alınan ve yukarıda zikredilen çalışmalarda, din özgürlüğü dendiğinde inanç özgürlüğünün akla geldiği; din özgürlüğünün inanç, ibadet ve öğretim özgürlüğünü kapsadığı vurgulandı. Türkiye'de inanma özgürlüğü açısından ciddi hukuk sorunlarının olmadığı belirtildi; var olan müdahalelerin yasadan kaynaklanmadığı, bir kısım idarecilerin yasaya aykırı eylemlerinden veya toplumsal baskılardan "türediği" ileri sürüldü. İnanç özgürlüklerine yasayla iki haksız önemli örneğine de dikkat çekilerek, bunlara yönelik düzeltmeler yapılması istendi. Bunlardan birincisi anayasa değişikliğiyle zorunlu din öğretimine son verilmesi; ikincisi ise, Nüfus Kanunu'nda değişikliğe gidilerek, kimlik belgelerinden "din" hanesinin çıkarılması istemidir.[1]
Bu istemler, kamuoyunda çok fazla ilgi yaratmamakla birlikte, yine de zaman zaman tartışıldı / tartışılıyor ve gündeme geldi / geliyor. Özellikle ilgili anayasa hükmüyle zorunlu olan din dersinde yasal açıdan toplumun değişik dini katmanlarına ve cemaatlerine yönelik bir avantaj bulunmamakla birlikte, "bu hükmün uygulanması Sünni İslam öğretisi ile sınırlıdır" şeklindeki itirazlara, bu "sınırlama"nın anayasa ve yasadan değil, tamamen uygulamadan (veya müfredat programından) doğduğu cevabı verilmiş, ancak zorunlu din derslerinin inanç ve din özgürlüğüne aykırı olduğu da vurgulanmıştır.[2]
11-12 aralık 1999 tarihlerinde AB'nin Helsinki'de gerçekleştirdiği Avrupa Konseyi Zirve Toplantısı'nda Avrupa Birliği ülkelerinin paylaştığı ortak değerleri temsil eden Kopenhag kriterleri gözetilerek, Türkiye'nin AB'ye aday ülke statüsünü kazanmasının ardından 8 kasım 2000 tarihinde biri "Katılım Yolunda Türkiye'nin İlerlemesi Üzerine Komisyon'un Periyodik Raporu 2000" (İlerleme Raporu 2000), diğeri ise "Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Katılımı Yönünde Avrupa Birliği Konseyi'nce Hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgesi" (Katılım Ortaklığı Belgesi) olmak üzere AB tarafından iki belge yayınlandı. Türkiye'nin aday ülke olarak hazırlayacağı Ulusal Program'a açılım kazandırmak amacıyla, AB'nin perspektifini sunan "İlerleme Raporu 2000"de (s. 19) Aleviler din özgürlükleri kapsamında yer aldı. Aynı gün yayınlanan ve Türkiye'nin adaylığının temel koşullarını belirleyen "Katılım Ortaklığı Belgesi"nin "Orta Vadeli Siyasi Kriterler"in ilk maddesi, "Tüm bireylerin, herhangi bir ayrım yapılmaksızın ve dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi görüş, felsefi inanç veya dinine bakılmaksızın, tüm insan hakları ve temel özgürlüklerinden tam olarak yararlandırılmasının temini. Düşünce, vicdan ve din özgürlüklerinden yararlanma koşullarının daha da geliştirilmesi"dir.
Oysa, Süheyl Batum tarafından AB ülkelerinin ortak demokratik değerlerini temsil eden Kopenhag siyasi kriteri ile "Katılım Ortaklığı Belgesi" göz önünde tutularak, "Ulusal Program" çerçevesinde gerçekleştirilecek anayasa ve yasa değişikliklerini saptamak amacıyla hazırlanan veya siyasal reformları içeren ve yukarıda zikredilen çalışmada (veya raporda), gerek düşünce ve ifade özgürlüğü[3], gerekse kültürel yaşam ve bireysel özgürlükler[4] kısımlarında, din ve vicdan özgürlüklerinden yararlanma konusunda hiçbir ibare yer almıyor. Bu açıdan bakıldığında, TÜSİAD'ın konuyla ilgili yayını, Tanör tarafından hazırlanan demokratikleşme perspektiflerinin gerisinde kalan bir görünüm arz ediyor.
Öte yandan Tanör'ün yukarıda zikredilen çalışmalarında değindiği anayasa değişikliğiyle din dersinin anayasadan çıkarılması önerisi, her ne kadar demokratikleşme açısından bir açılım sağlayacak özellik göstermekle birlikte, AB'nin Kopenhag siyasi kriterinin muhtevasının dışındadır. Çünkü, AB ülkelerinden bazılarında, örneğin Almanya'da din dersi "anayasal güvence altına alınmış tek ders" olma niteliğini taşıyor. Bununla birlikte, ortak Avrupa kimliğinde "din" hanesi hiçbir şekilde tasarlanmamaktadır ve bu konuda kendi mevzuatlarında gerekli düzenlemeleri yapmayan ülkeler, Yunanistan örneğinde olduğu gibi yapmaktadırlar.
Bülent Tanör'ün, çalışmalarında din özgürlüğü kapsamında inanç, ibadet ve öğretim özgürlüğünü içeren ve bir kısım idarecilerin yasaya aykırı eylemlerinden veya toplumsal baskılardan "türediği"ni belirttiği "uygulamalar"ın yanı sıra bu uygulamalar etrafında yapılandırılarak oluşturulmuş "kurum geleneği", Kopenhag siyasi kriteri bağlamında, özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatı ve Milli Eğitim Bakanlığı'yla ilgili rahatsızlıklar açısından özel bir önem taşımaktadır. Çünkü, uygulamada ve kurum geleneğinde de olsa, Tanör'ün de belirttiği gibi "belli bir dinin veya mezhebin ve sadece bunların esas alınması, laik ve özgürlükçü demokrasinin kesinkes inkârıdır, devletin din ve mezhepler karşısında taraf tuttuğunun resmîleşmiş ifadesidir"[5]. Bu durum, Avrupa Birliği'nin ortak demokratik değerlerine aykırıdır.
TÜSİAD'ın konu edinilen yayınları (özellikle Tanör'ün çalışmaları), eksiklikler içermekle birlikte, konuyla ilgili kimi açılımları geliştirmesi açısından önemlidir. [İsmail Engin]
Notlar
[1] Bkz. Tanör, age, 1997: 114-120; 1999: 127-128.
[2] Bkz. ve krş. Tanör, age, 1997: 114-120; 1999: 127-128.
[3] Bkz. Batum, age, 2001: 16-19.
[4] Bkz. Batum, age, 2001: 21-25.
[5] Bkz. Tanör, age, 1999: 127-128; krş. Tanör, age, 1997: 116-117.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder