[İsmail Engin] Geçtiğimiz günlerde Alevi camiasında iki önemli gelişme, dikkat çekici tartışmalara yol açtı:
İlk olarak, hükümete muhalif yayın politikasıyla bilinen ve Alevi kimliğiyle öne çıkan Tele1 televizyon kanalı sahibi Merdan Yanardağ’ın, Alevilerin bir kesimine yönelik eleştirel değerlendirmeleri gündeme geldi. Açıklamaların ardından bazı çatı örgütleri hızla bir kınama bildirisi yayımladı. RTÜK, bu gelişmeler üzerine, Tele1 hakkında ivedilikle inceleme - soruşturma başlattı. Öte yandan, aralarında Alevi toplumunun tanınmış isimlerinin de bulunduğu bir grup da Yanardağ’a destek vermek amacıyla imza kampanyası yürüttü.
İkinci olay, sanatçı Erdal Erzincan’ın ibadet diliyle ilgili yaptığı bir değerlendirme üzerine patlak verdi. Erzincan, bu açıklamaları nedeniyle tehditler aldığını belirtmek zorunda kaldı. Serçeşme ile bağlantılı sosyal medya hesaplarından yapılan açıklamalarla ortam yatıştırıldı.
Bu tartışmaların gölgesinde, DEM Partisi, CHP ve EMEP’ten siyasetçilerin yanı sıra Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK), Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) ve BAT temsilcilerinin katılımıyla Berlin’de bir Cemevi’nde “Sözümüz Var” temasıyla Türkiye Barış Konferansı – 2025 düzenlendi.
Yeni Dönemin Ana Aktörleri
2025 itibarıyla Türkiye siyasetinde alışılmadık bir denge şekilleniyor. Daha önce “terörist” veya “ayrılıkçı” olarak nitelendirilen bazı figürler artık “âkil” ya da “kurucu önder” sıfatlarıyla anılıyor. Bu dönüşümün sembol isimlerinden biri, İmralı’daki hükümlü.
İmralı'daki hükümlü, Serxwebûn dergisinin Mayıs 2025’te yayımlanan 521. sayısında, 25 Nisan tarihli “Perspektif” başlıklı yazısında Kürdlüğü ve Kürd sorununu ele alırken Alevilik ve Dersim üzerine yaptığı açıklamalarla yalnızca siyasi değil, kültürel ve tarihsel zeminde de radikal bir yeniden tanımlama sürecinin sinyallerini veriyor.
Aleviliğin ve Dersim’in Yeniden Yazımı
İmralı’daki hükümlü, yazısında Aleviliği açıkça “uydurma” bir gelenek olarak nitelendiriyor:
“Sonuçta hem Nakşi hem Alevi ya da Sünni-Alevi gelenekleri; her ikisi de uydurmadır. Kapitalist modernitenin ve ulus devletçiliğin ideolojik gelişimiyle, Kürt inkârı bu iki kavramla temellendirilmiştir. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında uydurulmuş bir Alevilik inşa edilmiştir.”
Metinde, Dersimli Kürdler “kültürel kalıntı” olarak tanımlanırken, Zazalık örtük biçimde Kürd kimliği içinde eritiliyor. Çok katmanlı, melez bir kimlik yapısı yerine tekil, İslamî temelli bir “Kürdlük” inşa ediliyor.
Aynı yazıda, Kürd kimliğinin tarihsel kökeni de İslam’a dayandırılıyor:
“Ortaçağ’da Arap İslam devrimiyle birlikte Kürt kavramı yerleşti. Selçuklular ilk defa Kürdistan kavramını siyasi bir olgu haline getirdi. (...) Mervaniler, Dicle-Fırat arasındaki bölgenin Kürtleşmesini temsil eder; bu da İslam’la gelişti.”
Bu yaklaşım, Kürd kimliğini İslam’la özdeşleştirirken, seküler ya da farklı inançlara sahip Kürd topluluklarını dışarıda bırakıyor.
Yeni İttifaklar: Bahçeli ve İmralı Aynı Hattın Üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, İmralı’daki hükümlüyü “kurucu önder” olarak betimlemesi, geçmişte tahayyül bile edilemeyecek bir siyasal manevrayı ifade ediyor.
Aynı şekilde İmralı’daki hükümlü de Bahçeli’yi “has devlet adamı” şeklinde niteliyor.
Bu karşılıklı meşrulaştırma, “süreç” olarak tanımlanıyor. Bir zamanların zıt kutupları, bugün “devlet aklı” ekseninde buluşuyor. Pervin Buldan’ın ifadesiyle:
“Bu bir süreç ittifakıdır. Başka türlü algılanmamalıdır.”
Bu bağlamda, mesele yalnızca geçici bir anlaşmadan değil, siyasal sistemin temelden yeniden tanımlandığı bir süreçten ibaret.
İslam Medeniyeti ve Kürd-İslam Sentezi
Diğer taraftan, Selahattin Demirtaş da benzer bir çizgiyi sürdürüyor. Kobane Davası’ndaki savunmasında şu ifadeleri kullanıyor:
“Bu toprakların medeniyeti İslam medeniyetidir. Türkiye solunun bir kısmı bunu bilmez. (...) 1300 yıldır bizi var eden İslam medeniyetidir. Geri falan değildir, köklü ve güçlüdür.”
Bu sözler, seküler bir figür olarak bilinen Demirtaş’taki açık bir yön değişikliği anlamına geliyor. Açıklamalar, İmralı’daki hükümlüyle söylemsel bir uyumu da ortaya koyuyor. Ortaya çıkan yeni çerçeve; Kürd-İslam sentezi olarak tanımlanabilir. Söz konusu sentez, yeni bir siyasal hegemonya kurma potansiyeli taşıyor.
Cumhuriyet ve Aleviliğin Tasfiyesi
Son yıllarda “2. Cumhuriyet” tartışmalarıyla birlikte, 1. Cumhuriyet’in “yasakçı ve baskıcı” geçmişi hedefe konulurken, onun kurucu unsurları da “nefret objesi” hâline getiriliyor.
Yeni dönemde Alevilik de hedef tahtasında. Hacı Bektaş Veli, “Türk-İslamcı” bir figür olarak sunuluyor, Bektaşiler, “devlet işbirlikçisi” olmakla suçlanıyor. Yavuz Sultan Selim’in Kızılbaş katliamları yeniden gündeme getirilirken, kurtulanların İdris-i Bitlisî’ye sığındığı; Şah İsmail’in ise aslında “asimilatör” olduğu iddia ediliyor.
Yeni Hegemonya ve Kimliklerin Dönüşümü
Bugün Bahçeli ve İmralı’daki hükümlü, devletin yeniden tanımlanan “aklı” doğrultusunda birlikte hareket ediyor. Sürecin aktif bir parçası DEM Partisi, özellikle Alevi ve Kürt sorunlarının çözüm adresi gibi konumlandırılıyor.
Sey Rıza ile Şeyh Said “kardeş” ilan edilirken; Said Nursî, Hizbullahî Kürdî gibi isimler aynı ideolojik havuza dâhil ediliyor.
Yeni dönemin kimlik haritasında:
Alevilik araçsallaştırılıyor, Kürtlük İslamî bir çerçeveye sokuluyor, Türk-İslam sentezinin yerini Kürd-İslam sentezi alıyor, Devletin eski kurucuları tasfiye edilirken, yeni müttefikler meşrulaştırılıyor.
Bu bağlamda Alevilik, fiilen DEM Partisi’ne emanet edilmiş durumda.
Sorgulanmayan Gerçekler
Bu süreçte iki çarpıcı çelişki dikkat çekiyor:
a) İmralı’daki hükümlünün, Aleviliği “19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyıl başında uydurulmuş bir gelenek” olarak nitelemesi, Merdan Yanardağ veya Erdal Erzincan örneklerinin aksine, Alevi örgütlerinde hiçbir tepki doğurmadı.
b) Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) bileşeni olan Türkiye Alevi Federasyonu’na (ADFE) bağlı Garip Dede Dergâhı Vakfı'nın Yönetim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda DEM Parti milletvekili olan isim, TBMM’de MHP ile “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kapsamında birlikte çalışıyor. Bu durum, örgüt içinde sorgulanmadı; en azından dışarıya yansıyan bir eleştiri yahut tepki olmadı.
Barış Konferansı'nın Ardından: Cevapsız Kalan Sorular
“Türkiye Barış Konferansı – 2025” bağlamında şu sorular önem arz ediyor[du]:
1. İmralı’daki hükümlünün, MHP lideri hakkında övgü dolu ifadeleriyle Alevilik konusundaki ağır eleştirileri neden Alevi örgütleri tarafından gündeme alınmadı?
2. Bilindiği üzere, Alevi çatı örgütlerinin bazı yöneticileri, İslam ve Alevilik ilişkisinde mesafeli bir çizgide duruyor. Ancak aralarında Demirtaş’ı destekleyenler de bulunuyor. Demirtaş’ın “Bu toprakların medeniyeti İslam medeniyetidir.” sözleri, bu yöneticilerin savunduğu "kadim" anlayış açısından açık bir “asimilasyon” anlamına gelmiyor mu?
Neden bu hususlar sorulmuyor? Sorulduysa da cevaplarını neden biz bilmiyoruz? [13.10.2025] | @ismailenginhd
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder