Bu Blogda Ara

19 Eylül 2017 Salı

Abbas Tan: Alevilik tarif edilmez yaşanır, yol ve yolaktır, Alevi İslam sözcüğü ile yeni bir Alevilik yaratılmak isteniyor...

[İsmail Engin - @kanalkultur2017 Hacıbektaş Deklarasyonu Çalışma Grubu ile Toros Üniversitesi Alevilik-Bektaşilik Uygulama ve Araştırma Merkezi Danışma Kurulu üyesi Abbas Tan, Dersim’in Hozat İlçesi Karabali aşiretinden Gangozade ailesi mensubu ve Kayseri Sarız İncemağara köyünde doğmuş. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni bitirmiş. Köy Kalkınma Kooperatifi Başkanlığı (1973), işçilik, Maliye Bakanlığı'nda memurluk ve özel sektörde üst düzey yöneticilik ve bir süre de ticaret yapmış. 1989-1994 yılları arasında Kayseri Melikgazi Belediye Meclisi üyesiymiş. Siyasi partilerde ilçe yöneticiliği ve Türkiye’de sosyalistlerin birliğini oluşturma çalışmalarında bulunmuş. Sosyalist Birlik Partisi kurucuları arasında yer almış ve bir dönem de GYK üyeliği görevindeymiş.

Abbas Tan, 1991'den beri Alevi örgütlülüğü içerisinde:

1992'de Kayseri Hacı Bektaş-ı Veli Kültür Derneği'nin Kurucu Başkanı ve iki dönem Başkanlığını yapmış. Kayseri Hacı Bektaş Veli Kültür Vakfı kurucuları arasında ve iki dönem de Vakıf Başkanlığı görevini yürütmüş. 1998'de başlayan Alevi örgütlülüğünün bir çatı altında birleşmesi çalışmalarının içerisinde ve Alevi Bektaşi Temsilciler Meclisi Kurucuları arasında; Onur Kurulu Başkanıymış. 1999 Milletvekiliği Genel Seçimleri'nde CHP’den Kayseri 2. sıra milletvekili adayı olmuş. Bir dönem Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Yönetim Kurulu üyeliği, bir dönem de Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcılığı görevlerini ifa etmiş. İngiltere ve Almanya’da yayınlanan Alevi örgütlerinin dergilerinde ve Türkiye'de yayınlanan dergi - gazetelerde makaleleri yayınlanmış. Almanya’da yayın hayatına devam eden “Alevilerin Sesi” dergisi yayın kurulu üyeliğinin yanı sıra, Almanya’dan yayın yapan YOL TV kuruluş çalışmalarında bulunmuş; bu tv'nin ortaklarından olup bir süre İç-Anadolu Bölge temsilciliği görevini üstlenmiş.

“Yaşanan Alevilik” (2011), “Türkiye Genelinde Alevi Köyleri” (2014), “Alevilerde Temenna Gülbang Erkanname” (2016) ve “Rıza Şehri” (İlhan Cem Erseven ve Zafer Çoban ile birlikte, çizimler Hasan Bölücek ve Gülay Dalkılıç; Çocuk Kitabı, Türkçe, İngilizce, Çizgilerle, 2016) adlı kitapları, okurla ve meraklısıyla buluşmuş.

Abbas Tan, ilk baskısı 2011’de ikinci baskısı 2014’te yayınlanan “Yaşanan Alevilik” adını verdiği kitabının “Sunuş” kısmında
“Alevileri herkes kendine göre tarif etmeye başladı. Alevi, Bektaşi, Kızılbaş, Rafızi derken bu defa da Kürt Alevisi, Türk Alevisi, Tatar veya Arap Alevisi ayrımları yazılmaya başlandı. Bu yetmedi Alevi İslam, Sünni İslam gibi terimler ortaya atıldı. Yeterli araştırma ve inceleme yapılamadığı için sadece Türkiye’de Alevilerin var olduğu kabul edilirken birçok yazar da Alevilere Anadolu Aleviliği ya[]da Anadolu Alevileri demeye başladılar ve adeta Aleviliğin adı Anadolu Aleviliği oldu” (Tan 2014: 7, krş. 27)
görüşünü dile getiriyor; bununla yetinmeyip ekliyordu:
“Özellikle 1990 yılından sonra başlayan Alevi örgütlenmeleri hakkında herkes bir şeyler söyler oldu. Birileri bu işi devlet körüklüyor derken, birileri Aleviler kendi geleceklerini hazırlıyor demeye başladılar. (...) 90’lı yıllarda bizim de aleviler olarak setlerimizi, bentlerimizi onarıp akıntıya yön vermemiz gerekiyordu.” (Tan 2014: 7-8)
Bu süreç içinde,
“Bugüne kadar hiç ortalıkta gözükmeyen bir yığın Alevi ve Alevi dedesi çıktı ortaya, bunlara destek veren aydınlardan ve yazarlardan geçilmz oldu. Hangi kitapçıya gitseniz bu konuda yazılmış yüzlerce kitap bulursunuz, ama hangi kaynağa dayandığına bakarsanız doğru dürüst kaynak gösteren yoktur. (...) Ne yazık ki devletin alevisi olarak ortaya çıkanlar yeni yeni Alevilik yaratmaya başladılar. (...) Biliyoruz Aleviliği yoketme adına yola çıkanlar Aleviliği götürüp bir yerlere yamamaya çalışıyor. Ya da Alevilikle alakası olmayan konuları Aleviliğin içindeymiş gibi göstermeye çalışıyorlar.” (Tan 2014: 12-14)
“Yaşanan Alevilik” (2014: 14), kitabında “Ülkede yaşayan vatandaşların yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğunu söyleyen devlet, bunu neye dayanarak söylüyor?” sorusunu da soruyordu.

Tan (2014: 14-15) için, vatandaşının dini kimliği hakkında devletin yaptığı;
“Doğru bir tesbit de değildir. Kimin müslüman olup olmadığı araştırılmadan ve müslüman olmayanları da müslüman gibi göstererek asimilasyoncu politikalarını sürdürüyorlar.
Biz aleviyiz diyenler, ramazanda oruç tutmazlar, hacca gitmezler, zekât verm[e]zler. Camiye gitmeyen, namaz kılmayan, ibadetlerini cemevlerinde cem olarak yapan, bağlama çalıp semah dönenler. 
Hızır anlayışını hakim kılan, Tanrı-Doğa-İnsan üçleminden yola çıkarak Varlığın birliği diyen anlayış ve inanışa Müslüman diyeceksiniz.
Benim kabem insandır diyen ve Enel-Hak diyen, dört kapı kırk makam anlayışını yaşayan, rıza şehrini hedefleyen ve bu yüzden de Emeviler’den, Osmanlı’dan günümüze kadar sürekli horlanan, ezilen ve yok edebilmek için ellerinden geleni yapan yöneticilerin değil islam, müslüman, insan dahi saymadıkları bu insanlar için şimdi ‘Sizler Müslümansınız’ demeleri ayrı bir sorun oluşturmaktadır.”
Ona göre, ülke nüfusunun 1/3’ünün Alevi olduğunun söylenmesine karşın “devlet, Aleviliği ne inanç (...) ne din (...) ne[]de kültür olarak görmek istiyor”du. (Tan 2016: 19)

Diğer taraftan, 2016’da yayınladığı “Alevilerde Temenna Gülbang Erkanname” adlı eserin “Önsöz” kısmında,
“Türkiye’de İslamiyet adeta devletin dini konumuna getirilmiş ve devletin her türlü (...) olanakları yasalarla bu inanç için kullanılmaya başlatılmış ve bütün hızıyla devam etmektedir.
Elbette bu politika diğer inançların yok olmasına sebep olmaktadır. Diğer inanç mensupları asimile olarak kendi inançlarından uzaklaştırılmaktadır. Bunun en açık örneği Alevilerdir.
Gerek Devlet baskısı gerekse mahalle baskısı ile Aleviler inançlarından uzaklaşmak zorunda kalmışlardır. Ritüellerini farklı uygulamaya başlamışlar. Cemleri, ikrarları, görgüleri kapalı mekanlarda yapıldığı için uzunca bir süre bozulmadan devam ederken cenaze hizmetleri açıktan yapıldığı için birilerine (...) benzemek zorunda kalmıştır.” (Tan 2016: 7)
değerlendirmesinde bulunuyor; ilave ediyordu:
“Açıkta yapılan ritüellerde kadınlarla erkekleri ayırmaya başladılar. Bazı yerlerde kadınların erkanlarda olmamasına özen gösteren Dedeler, ortaya çıkmaya başladı. Bunun en açık örneği cenaze erkanları, cem erkanları ve toplu yemekler. (...) Cemlerde ya da yaşamın diğer alanlarında kendi ana dilleri ile gülbanglarını, temennalarını okurlarken Hakka Yürüme erkanlarında Kur’an okumaya (...) Hakka yürüme erkanlarını (...) evin önünde yaparlarken son dönemlerde cenazelerini camilere götürmeye başladılar. (...) Alevilerin örgütlenmeleri ile birlikte bu yanlışlardan dönülmeye ve aslına dönüş çalışmaları da başladı.” (Tan 2016: 7-8)
Diğer taraftan, şu husustaki görüşlerini de okurun dikkatine sunuyordu:
“Aleviliği yok etme adına yapılan uygulamalar sonucu bazı ritüellerin içerisine İslami motifler sıkıştırılmaya başlandı. Bu motiflerin yer alması için de Aleviliğe yeni isim bulma çabası içerisine girildi ve sonuçta Alevi İslam sözcüğü ile yeni bir Alevilik yaratılmak isteniyor. Devletin de desteği ile bu çalışma, çok az da olsa kabul görmeye başladı ama bunun sonu yoktur.” (Tan 2016: 21)
Abbas Tan (2014: 23-27), diğer taraftan, Alevilik konusunda yapılan yayınları kaleme alan yazarlarla ilgili,
“(...) Bu yazarların büyük bir kısmı Alevilikle uzaktan yakından ilgileri olmadığı gibi yazarlıkla da alakalı değildir. Bildikleri tek şey vardır o da Alevilik kullanılacak iyi bir malzemedir.”
ifadelerini kaydediyor;
“(...) Halbuki tamamen saçmalıklarla dolu bir yığın kitap var ortada.
Gerçekleri görmek için Hüsnüye, Makalat, Buyruk... gibi Alevilerce kutsal sayılabilecek kitapların yeni baskılarını incelediğinizde de birçok gerçek dışı konular bulacaksınız.” 
diyor;
“Alevilik birçok Alevi tarafından farklı farklı tarif edilmektedir. Bu tarifler bazen yerli yerince kabul görürken bazıları da tamamen gerçek dışı bilgilerle dolu. (...) Alevilik sanıldığı kadar kolay anlaşılacak ve tarif edilecek gibi değildir. Aslında Alevilik tarif edilmez yaşanır.”
vurgusunu yapıyordu.

“Alevilerde Temenna Gülbang Erkanname” (2016: 11) adlı eserinde şu ifadeleri dikkat çekiyordu:
“(...) Kimsenin Aleviliğe yeni bir don biçmeye hakkı olmadığı gibi Alevi inanç ve ritüellerini aslından uzaklaştırmaya da hakkı ve yetkisi yoktur.” 
“Yaşanan Alevilik” (2014: 32-33) adlı eserinde;
“Alevilik, kendi bağlamında ve kendi özgün koşullarında bir düşünce, inanç ve yaşama yoludur. Eski tabirle yol ve yolaktır.
Aleviliği sadece bir kültür olarak göremeyeceğimiz gibi, sadece bir felsefe olarak da göremeyiz. Aleviliği bir yaşam biçimi olarak da göremeyiz. 
Aleviliği sadece bir yorum olarak da görmemek gerekir ama hepsini birden Aleviliğin içerisinde görebiliriz. 
Aleviliğe bir Hukuk Manzumesi denmesi yanlış olur mu? elbette yanlış olmaz.
Aleviliği bu sayılanların tamamı ile bütünleştirerek tarif edersek doğru bir tarif olur. Tek tek ele alındığında hiç de yanlış olmaz ama eksik bir tarif olur.
Alevi kültürü herhangi bir kültürün malı değildir. Yani sadece Türk kültürü, Kürt kültürü değildir.
Alevi inanç ve kültürü İran’dan, Hint, Arap kültürüne, Orta Asya Türk kültüründen Kürt kültürüne kadar her kültürden payını hatta o kültürlerin güzelliklerini alarak farklı bir kültürü ortaya çık[ar]mıştır.
Ama içerisinde en fazla Eski Anadolu kültürü var dediğimizde yanlış bir tarif yapmış olmayız. (...) Tarih boyunca Aleviliği İslamdan saymayıp İslamlığın ötesinde bir yere oturtmaya çalışmışlardır. Aslında yanlış da değildir ama bazı Aleviler ısrarla bunun aksini iddia etmektedirler. (...) Alevilik inanç anlamında İslamiyet’in içerisinde değil, tam tersine İslamiyet Aleviliğin içerisine girmiştir.”
görüşlerini okurla paylaşmaktaydı.

Adı geçen yapıtında Aleviliğin “Hamurunda hem ilahiliğin hem de aklın mayası bulunan bir inanç ve yaşam biçiminin adı” olduğunun altını çizerken, onun “dinin doğmalarından değil, kendi kendinden beslenir” görüşünü savunuyordu (bkz. Tan 2014:33-34).

Abbas Tan (2014: 34),
“Alevi Dedeleri ve Dervişler gittikleri her yerde inanç ve kültürü aşılamaya çalışırken o yörenin kültürüne ve yaşam biçimine kendi kültür, düşünce ve inançlarını katarak kabul ettirmişler.” 
savındaydı.

Aleviliğin İslam-içi veya İslam-dışı olduğu konusunda Alevilerin“ikiye hatta üçe” ve Alevi örgütlerinin ikiye bölündüğünü belirtiyor; yedi ulu ozanların deyişlerinin incelenirse, Alevilikle İslamiyetin bağdaşmadığını gösterdiğini ifade ediyordu (bkz. Tan 2014: 36-37).

Ona göre, “Alevilik, yayıldığı bölgenin inanç, gelenek, görenek, örf, anane, uygarlık düzeyine ve yaşadıkları coğrafyaya göre ayrışmaya” başlamıştı. “Bu ayrışmalar günümüze dek geldi ve devam etmektedir.” (Tan 2014: 39)

Alevilik hakkındaki “tariflere ve yaşama bakıldığında Aleviliğin İslamiyet’ten uzak, hatta İslamiyet’e uymayan bir ibadet ve yaşam biçimi olduğu”nu kaydediyor (bkz. Tan 2014: 41), “yaşayanların Ali’yi Hak bilmesi ve Hakkı Ademde görmesi anlayışı”, “asıl olan”dır diyor ve ekliyordu:
“Hakkı insanın özünde gördüğü için Ali’yi Hak, Hakkı Ali olarak bilen, ibadetini Pir-Rayber-Talip esasına göre Ayini Cem olarak yürüten, Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’yi pir kabul eden bir inanç, ibadet, kültür ve yaşam biçimidir. 
Alevilik tarif edilirken bir boyutuyla ele alındığında, ne İslamiyet’in içerisine sığar, ne de dışında kalır. Tek taraflı tarif edildiğinde algılanışa bağlı bir din de olabilir bir mezhep de olabilir.” (Tan 2014: 44)
“Alevilik İslam’ın neresinde?” sorusunu sorup
“Dünyada yaşayan Aleviler hariç bütün Müslümanlar İnanç ve ibadette bir hareket etmektedir. Ufak tefek detaylarda sadece tarikat bazında farklılıklar vardır ama özü birdir.
Bu araştırmalar yapıldığında Alevilerin ne Sünni Müslümanlar’a ne Şia Müslümanlığı’na ne Hariciler’e ve de diğer İslami inanç kollarına, onların inanç ve ibadetlerine uyduğunu görmeyeceklerdir.” (Tan 2014: 48)
diye cevaplandırıyordu. Bununla birlikte,
“Bütün bu açıklamalar Aleviliği tarif etmektedir. Bu tarifi İslamın içerisinde kabul edenler Alevilik İslam içidir derler. Hayır bunlar İslamiyet’e sığmaz ama Alevilik’te de bu mevcuttur diyenler de Aleviliği İslam dışı kabul ederlerse İslam dışıdır.” 
şeklinde genel bir değerlendirme yapıyordu (bkz. Tan 2014: 50).

Keza,
“Alevilerin büyük bir kısmı yaşadıkları Aleviliğin ne olduğunu yeterince bilmiyor, bildiğini de anlatamıyorlar. (...) Devlet mantığı ile bakanlar için Alevilik, İslamiyetin içerisinde Sünniliğin alt koludur, kimilerine göre İslamiyetin farklı yorumudur. (...) Alevilerin özellikle son dönemlerde büyük bir kısmı ‘Bizim İslamiyet ile hiçbir bağımız yoktur’ demektedir. (...) İslamiyet bir dindir, bu dinin mensuplarına Müslüman denilmektedir. (...) kurucusu Hz. Muhammed’dir. Kutsal kitapları Kuran-ı Kerimdir. (...) beş şartı vardır. (...) amaç; Allah’ı razı edip öldükten sonra Cennete gitmektir. Allah’ı razı etmenin tek yolu da İslamın beş şartını yerine getirmektir. (...) Alevilik her şeyden önce bir inançtır. Başka bir ifade ile Alevilik bir yoldur. Aleviler de bu yolun yolcularıdır. Yolun sonu ise Rıza Şehri’dir. Rıza Şehrine giden yol dört aşamalıdır. Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat. Bu inancın temel kuralları ve ritüelleri vardır ama birçok Alevi dahi olduğunu yeterince bilmemektedir. (...) Alevilikte; Cem vardır, dem vardır. Erkan, bağlama, deyiş, semah, lokma, dar, didar, musahiplik, ziyaret, Hızır, görgü, ikrar, düşkünlük, temenna, gülbang, erkanname, Talp-Rayber-Pir-Mürşid anlayışı vardır. (...) Alevilikte ölüm anlayışı yoktur. Devriye alemi vardır, buna don değiştirme, Hakka yürüme denilir. (...) Daha açık ifade ile İslamiyette var olan İslamın beş şartının hiç birisi Alevilikte olmadığı gibi Alevilikte olanların da hiç birisi İslamiyette yoktur.”
görüşündeydi. (bkz. Tan 2016: 19-21)

Abbas Tan (2016: 132), “Alevilikte sevap kavramı kesinlikle yoktur. İyilik etmek Aleviliğin temel kurallarından birisidir” ifadesini kuvvetli bir şekilde vurguluyordu.

Alevilik ile “İmam Cafer Sadık Mezhebi” arasındaki ilinti hakkındaki görüşlerini şu şekilde kaydediyordu:
“Alevilerin bir kısmı İmam Cafer Sadık mezhebine bağlı olduğunu söylerler. (...)
Halbuki İmam Cafer Sadık mezhebindeniz diyen Alevilerin inanç ve yaşamları bugün İran’da gördüğümüz Caferilerle hiç de bir bağlantıları yoktur. Arada ciddi farklılıkları bulunmasına rağmen bu konuda ısrarcı olan Aleviler net bir görüntü vermekte zorlanmaktadırlar. 
Alevilik ile Cafer Sadık uygulamaları oldukça farklı bir görüntü sergilemektedir.
Alevilikte ölüm ve dirilme yoktur. Cennet cehennem anlayışı da yoktur.
Alevilik, kuşaktan kuşağa gelenek ve görenekleriyle aktarılmış bir kültür, inanç ve yaşam biçimidir. (...) Alevilerin önem verdiği İmam Cafer Sadık Buyruğu adlı kitap Caferiler tarafından kabul görmemekte. (...)” (Tan 2014: 87-90)
“İslam öncesi de var olduğu iddia edilen Alevilik daha çok hangi bölgelerde, hangi toplumlar tarafından yaşatıldı?” sorusunu şöyle cevaplıyordu:
“(...) Aleviliğin merkezi Mezopotamya’dır. Mardin, Urfa, Diyarbakır, Urfa, Gaziantep bölgesi Alevilerin yaşadığı bölge olarak kabul edilir. Anadolu, İtalya, Portekiz’e kadar uzanan Alevilik daha sonraki süreçte özellikle Bizanslılarla yaşadığı sıkıntılardan sonra Balkanlara, Anadolu’da ise Dersim (Tunceli, Elazığ, Bingöl, Erzincan, Sivas) bölgesine doğru kaymıştır. Moğol istilasından sonra bugünkü yerleşim şeklini almıştır.” (Tan 2014: 327)
“Erkan dili” bağlamında, şu hususa özel dikkat çekiyordu:
“Ülkenin birçok bölgesinde kasabalarda, köylerde insanlar zorunlu olmadıkça Türkçe konuşmazlar, kendi anadillerini konuşurlar. Ancak son dönemler görüldüğü gibi herşeyi Kürtçe, Zazaca, Dımılike, yani anadilleri ile ama erkanlar Türkçe. Bu asimilasyon politikasını kendi elleri ile desteklemektedirler.” (Tan 2016: 11)
[İsmail Engin - @kanalkultur
→ Abbas Tan: Yaşanan Alevilik. Ürün Yayınları, Ankara, 2. Baskı, 2014, 336 S.

→ Abbas Tan: Alevilerde Temenna Gülbang Erkanname. Ürün Yayınları, Ankara 2016, 160 S.

→ http://www.abbastan.com/blog/ [19.09.2017]

→ http://www.toros.edu.tr/icerik/alevilik--bektasilik-uygulama-ve-arastirma-merkezi-danisma-kurulu [19.09.2017]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder