[İsmail Engin] 12 terkli yani dilimli “Hüseynî” veya 4 terkli “Edhemî” başlık; “Teslim Taşı” ile “Teber”, “Keşkül”... Bektaşiliğin önemli simgelerinden.
Altın renkli gümüş “teslim taşı”nın içinde “ejderhayı yenmek” motifi kullanılıyor, Yunanistan’da.
Demir Baba Vilâyetnamesi’ne göre, Bulgaristan Deliormanlar’da Demir Baba,
ejderhayı yenmek için giderken: “Ya Muhammed, ya Ali” diyor...
Teslim taşında dizili boncuklar “On İki İmam”ı simgelerken, dövmesi de yapılıyor. Öylece, bir şekilde hayatın içine giriveriyor... İnanç hayatın bizatihi içinde can buluyor...
Teslim taşı... Kimbilir, belki de “ilim kapısı”dır... Baktığınıza ve ne gördüğünüze bağlıdır.. “Zahiri” için başka, “batıni” için başkadır..
“Teslim taşı”nın vücuda nakşedilmesi, değil sadece kimliğin içselleştirilmesi ve / veya dışa vurumu elbette. İnsan sosyal / kültürel bir varlık... Sosyalleşmesi, kimlik kazanımı, bir grup aidiyetinin “sonucu” aynı zamanda. İnanan bir varlık da... Beden, benlik ile kimlik(ler) bütünleştiği oranda “kendi gerçeği”ni inşa edebiliyor... Nihayetinde “kimlik”, sembolik anlamlarla oluşturuluyor...
* * *
Şahkulu Tekkesi, “Anatolia moderna – Yeni Anadolu” adlı derginin 1991’de yayınlanan “Derviches et cimetières ottomans” başlıklı 2. sayısında, enine boyuna ele alınıyor.
Sonrasında, Gülay Yılmaz da “Bektaşilik ve İstanbul’daki Bektaşi Tekkeleri Üzerine Bir İnceleme”sinde (2015), Şahkulu Tekkesi’nin bilinen en eski “babaları”nın Mustafa Baba (ölm. 1682); Yusuf Baba (ölm. 1685), Mürşid Ali Baba (ölm. 1697) olduğunu kaydediyor...
Kureyşan Ocağı’ndan İbrahim Demir Dede, “Yer gök su iken suyun üstünde yeşil bir kubbe vardı... Kubbeye kondu. Bir ses geldi: ‘Sen kimsin, ben kimim?’ ‘Sen sensin, ben de benim.’” diye başlıyordu, anlatımına...
“Gök – kubbe”, kandilin altında “teslim taşı” simgesine dönüyorsa orada; bilin ki, Şahkulu’ndasınız..
Ve o kubbenin altında Cemler tutuluyorsa artık, Mustafa Baba’nın da sesi
yankılanıyor bir şekilde...
O anda, sorabilirsiniz: “Nerede şimdi Bektaşi dervişleri?”
* * *
Hacıbektaş Tekkesi’nde “Üçler Çeşmesi” veya Feyzi Baba Çeşmesi’nde “Mühr-i Süleyman” motifine rastlanıyor. Onun, kâinatı, maddî âlemin yaratılışını ve yok oluşunu, kötülüklerden korunmayı ve / veya arınmayı, bereketi, gücü, kudreti sembolize ettiği belirtiliyor. Ve “teslim taşı”nda da bazan bulunuyor. Fildişinden yapılmış, ortasındaki “Mühr-i Süleyman”ın içerisinde “İftah’’, kenar kısımlarda peygamber isimleri (Harun, Davut, İbrahim, Yakup, Musa) yazan teslim taşı, 19. yy. sonu ile tarihleniyor.
19. yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilen “teslim taşı” örnekleri de var kuşkusuz...
20. yüzyılın ilk çeyreğinin İstanbul’unun siması dünyaca tanınmış dervişi; hem de stüdyoda fotoğrafçıya “konulu” poz veren dervişi, boyunda teslim taşı ile Selanik’ten 18 Mart 1908’de postalanan bir “Salut de Constantinople.” serisinden kartpostala konu oluyor, bu kez... Öncesi ve sonrası da var kuşkusuz... Muhtemelen “Photo Studio: Sébah & Joaillier” fotoğrafı... 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk fotoğrafçılar Avrupalı ve Hıristiyan’dı. Bunlardan Pascal Sébah ve oğlu Jean (Johannes) Sébah ve Fransız asıllı Polycarpe Joaillier’in yanı sıra Abdullah Freres, Constantinople’de çektikleri “derviş” temalı fotoğraflarla da dikkat çekiyor.
* * *
Kimi “teslim taşları” gümüşten. Gümüş üzerine süsleme ile yapılıyor. Buna “savat” deniyor. Gümüşün üzerine sanatçı tasarımını çiziyor. Usta, çelik uçlu kılcal kalemle ince kanallar açıyor. Gümüş, bakır, kurşun ve kükürt, belli bir ısıda karıştırılarak “savat” adı verilen alaşım elde ediliyor. Soğutulur, toz haline gelinceye kadar örs üzerinde ve sonra havanda dövülüyor. Savat, gümüş üzerinde açılan kılcal kanallara serpilir veya çamur haline getirilerek, boşluklara sıvanarak dolduruluyor. Mangal ateşinde eritilir, boşluklara iyice nüfuz ediyor. Cilâlanarak kullanıma hazır hâle getiriliyor. Bazı “teslim taşları”nda bu karışımda “Kâbe toprağı”da bulunuyor...
* * *
“Medet ya Ali” ve “ya Hazreti Hünkâr Hacı Bektaş Veli"
Bazı teslim taşlarındaysa “Mühr-i Süleyman“ varken, kimilerinde Hz. Ali veya Hünkâr Hacı Bektaş Veli tasvirlerine rastlanılıyor. Ve şayet yüzünü Allah’a dönmüşlerin taşıysa “Teslim Taşı”, Hz. Ali veya Hünkâr Hacı Bektaş Veli yardımıyla da dönüyor yüzünü “Can” “Canan”ına; hangi “Ali” bu “Ali” demeden ya da “Hacı” mı “Hace” mi tartışması yapmadan..
* * *
“Matem Orucu” evvelden inanlarda teslim taşlı yer sofrasında açılırdı... Gelenekse, işte gelenek buydu. Geleneksel inanç değil ama inancın geleneğiydi... Ağaç oyma ve teslim taşı nakşedilmiş yer sofrasıydı bu. Onun, yekpare olması makbuldü.. Oruç, gösterişli sofralarda, albenili, pahalı yemek takımlarındaki lokmalarla; kameralar eşliğinde, pozlu fotoğraflar veya “naklen” görüntülerle – yayınlarla açılmazdı. Değerli metallerden kaşıklar – ve sonraları çatallar – ise kullanılmazdı. Tahtaydılar. “Matem Orucu”nda kullanılan yemek takımları ve âletleri, üzerinde kırlentlerin olduğu sandıklarda muhafaza edilirdi. Bu sandıklarda “teslim taşı” formu bulunur; etrafına ve iç kısmına “Hakk Sırrını Yüceltsin” yazısı ve onun da içine veya kenarlarına ya da onu bütünleyen şekilde “Hakk – Muhammed – Ali”, Fatima, Hasan, Hüseyin ile Hacı Bektaş-i Veli yazıları işlenirdi.
Günümüzde “Teslim Taşı”, bazan “cam”dan yapılıyor; ender bulunan örnek, bu tür cam işi. Ancak, bununla kalmıyor, çok nadiren camdan yapılan aşureliğe de form olmuş. Eskiden yeniye, yeniden eskiye; bugünden düne, dünden bugüne “sürekliliği” de sembolik olarak taşıması hedeflenmiş. Din ve kültürü, yepyeni bir formda, “aşure”de “birleştiriyor”. Paşabahçe, teslim taşından hareketle “Teslim Aşure Kasesi”ni el imalâtı camdan üretmiş ve rölyef desenlerin tümünü el işçiliğiyle dekorlamış.
* * *
Çinili Köşk, Türk çini ve seramiklerinin sanat tarihi içindeki yerini ve gelişimini gösteren eserlerin sergilendiği müze. Burada, Çanakkale Seramiklerine özel bir bölümde konu olan eserler, 18.-20. yüzyıl başlarına ait. 19. yüzyılla tarihlenen örnekler arasında, Ankara Etnografya Müzesi’nde de rastlanan ve testinin bir başka örneği var.
Örneğin, suya hasret kalanlar veya susamışlar için sermanikten yapılan testinin boynunda kabartmalı çiçek rozeti bulunuyor. İnce uzun boyun şişman gövdeye bağlanmış. Boyunla gövde arasına da “teslim taşı” işlenmiş. Gaga biçimli ağzın üzerinde krem renkli, 12 terkli tac formunda sabit kapaklı ve tek kulplu.
Testiye teslim taşı motifi ve onun hemen altında “ya Hüseyin Kerbela” yazısı kabartmada hemen kendini belli ediyor. Altında kabartma çiçeklerle süslemelerin görüldüğü kulbu düz; kırmızı hamurlu, tornada çekilmiş, sır altı tekniği ile bezenmiş. Şeffaf sırlı; taç hariç, açık kahverengi zemin üzerine siyah renkle akıtma yapılmış.
* * *
“Pûşîde” örtü anlamına geliyor; en bilineni ve tanınmışı, “Pûşîde-i Kâbe-i
muazzama” yani “Kâbe örtüsü”. Türbelerde sanduka örtüsüne de “Pûşîde” deniyor.
Ve o “Pûşîde”ye yüz sürülüyor. “Pûşîde”ye bürünüp sır olanlardan da söz
ediliyor, zaman zaman. “Gözü örtülü”yse eğer “Pûşîde-çeşm” deniyor. Ya “gönül
gözü” örtülüyse? Evvelden simle işleniyordu; şimdilerde seri üretim... Her
Alevi-Bektaşi türbesinde yok kuşkusuz; kimilerinde “Kâbe” motiflisi;
kimilerinde ise bir süreden beri “teslim taşı” ve “Zülfikar”ı on iki terkli
tacı mevcut..
* * *
Yeri geldiğinde bir aksesuar, günlük hayatın içinde, “teslim taşı”;
bileklik bazan itinayla yapılmış el işine tutturulan ve kullanılan.
Bazan da dinsel hayatın bir parçası olarak takı, o. “Zülfikâr”, sadece dövme olarak insan vücuduna nakşedilmiyor günümüzde ve yine sadece bir çeşmenin bataryasında bulunmuyor. 12 terkli Hüseynî Tâc [Fahr-i Hüseynî] şeklinde, yeşil obsidyenden, yanlarında “teslim taşı” da işlenmiş usta işi Bektaşi yüzüğü aynı zamanda. Yüzük – kolye – broş veya küpe olmadan önce “İnsan-ı Kâmil” şeklinde işlenmiş akik taşı ve nihayetinde “Zülfikarlı Yüzük”, “teslim taşı”yla Aleviliğin – Bektaşiliğin “takı”sı olarak beliriveriyor, “haykıran” dinsel kimliğin parçası halinde...
* * *
Kaşığı da var rastladığımız, ona “teslim kaşığı” deniyor.
Kim ki “fakir” / “fakyr” şeklinde kendini betimliyorsa, “keşkūl-i fuḳarā’”sıyla, gurur ve kibirden arı olanlarda var elbette onda da teslim taşı..
* * *
Teslim taşı, biraz da tılsım taşı. Kimbilir, kem gözlerden uzak, sağlıklı yaşamın sırrı belki de onda saklı. Yahut Âşık Noyan’ın teslim taşını işlediği çamçak üzerine kaydettiği gibi; “derdim ki tabibe derdimi yanam | tabibin derdleri benden ziyade”.
* * *
“Camaltı”nın güzel örneklerden biri “Allah – Muhammed – Ali”si, teberi, 12 terkli tacı, teslim taşı, “Zülfikâr”ı ile boyanmış...
* * *
Teslimiyet... Hz. Muhammed’ten Hz. Ali’ye... Nesimi’den Pir Sultan’a... Bir yüzüyle zahirî, diğer yüzüyle bâtıni... Yüzünü Allah’a dönmüşlerin taşı, “Teslim Taşı”! | @ismailenginhd [19.01.2024]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder