Bu Blogda Ara

5 Mayıs 2015 Salı

Abe, sizin de Kakava'nız kutlu olsun!

Gogocular gogo yapar
Aç karınla sükse satar

Aman gogocular
Canım gogocular

Plakalar elimizde
İki buçuk cebimizde

Aman gogocular
Canım gogocular

Karkaput mahalleyi bastı
Melek abla yan yan kaçtı

Aman gogocular
Canım gogocular[1]

[© İsmail Engin] Üniversiteye yeni başlamıştım... "Sosyal Antropoloji'de Alan Araştırması Yöntem ve Teknikleri" dersimizin öğretmeni [Prof. Dr.] Sabri Çakır'ın yönlendirmesiyle "Çingeneler" üzerine bir çalışma yapıyordum.

Muhtemelen 1981 kışıydı. Edirne'de zamanın Sağlık Müdürü Dr. Ratıp Kazancıgil'e görüşüyordum. Ratıp bey, ünlü tıp tarihçisi Ahmet Süheyl Ünver'in de yönetiminde Edirne hakkında bir doktora tezi hazırlamış ve Osmanlıcası son derece iyi olan bir akademisyendi aynı zamanda. Akabinde Trakya Üniversitesi'nde tıp tarihi kürsüsünde öğretim üyesi oldu.

Dr. Ratıp Kazancıgil'in saatler süren ve kayda aldığım konuşmasında, bana Edirne tarihinden söz ederken, Çingenelerin de tarihini anlatıyordu. Bilhassa Edirne'deki "Araplar mahallesi"nin...

Ona Çingeneler üzerine bazı bilgiler edinmek istediğimi belirtip, bu konuda kiminle görüşebileceğimi sordum. Bana "Kınacı Muhittin"i önerdi.

"Kınacı Muhittin", görüşme ricamı kırmadı, saatler süren söyleşi yapabilmiştim onunla.

Ardından ver elini "Gogo mahallesi"... Ve "Gogo mahallesi"nde yeni bir dünya ile tanışmam... Evliya Çelebi'nin ve Alexandre G. Paspati'nin sözünü ettiği gizemli bir dünyaydı bu. Ona açılan o güne kadar bilmediğim ve duymadığım bir dil! Bu dil, sadece Osman Cemal Kaygılı'nın İstanbul'daki "Çingeneler"inde yaşamıyordu elbette. Edirne'de "Gogo mahallesi"nde yaşlılar arasında da vardı.

Ahmed Haşim'in, "insanın tabiata en yakın kalan güzel cinsidir. Zannedilir ki bu tunç yüzlü ve fağfur dişli kır sâkinleri beşerî şekle istihale etmiş birtakım yeşil ağaçlardır. Çingene bizzat bahardır." diye kaydettiğini okumuştum bir yerlerde; sordum nedir bu diye?

"Kakava"yı[2] bilmeden anlayabilmek mümkün değildir diye cevapladı akil adamlar. Sandıklarında sakladıkları bir tomar kağıt arasından iki tanesini uzatıp verdiler bana.

Davetiyeydi bunlar. İki ayrı davetiye.

Sakla dediler, bir gün lazım olacağını belirterek.

"Davetlisin sen de Kakava'ya böylece" diye altını çizerek.

Baktım davetiyelere, yılların ötesinden ta 1930'dan gelen bir çağrıydı bu...

Sonra bir 5 mayıs günü ben de katıldım Kakava'ya.

Davete icap ederek...



* * *

Necdet Sakaoğlu, sözcük anlamının "kokulu hava", ya da "kahkaha" (gülmece, eğlenmece) olduğuna işaret ediyor Kakava'nın.[3] Sinan Şanlıer de "Cazın Trakya'daki adıdır"; eğlenmesini, çalgı çalıp söylemesini bilen insanların şenliğidir; dil ve renk ayrımı yoktur, onda; saf ye yalın, aracısız bir şekilde dışa vurumudur duyguların Kakava diyor. Orada pişen aşların, tutulan dileklerin herkes için olduğuna değiniyor.[4] Aslında bir tür yeniden doğumdur, Kakava.


Şafak henüz sökmeden akın akın Tunca nehrine doğru müzik eşliğinde gidiliyor ve orada yıkanılıyor. Meydanımsı bir yerde çigan müziği çalarken, büyük bir ateş yakılıyor. Yüzler güneşin doğduğu tarafa dönülüyor, ellerdeki söğüt dalları suya batırılıp sırta sürülüyor. Ve yeni yıl için dilekler tutuluyor. Evler süpürülüyor; eski hasırlar ortaya çıkarılıp yakılıyor: "Mart içeri pire dışarı" deniliyor. Bütün bunlar davetli olunan Edirne halkının da huzurunda gerçekleşiyor. "Gogo mezarlığı" da bir tür merkezi oluyor Kakava'nın.[5]


Her yıl mayıs ayının 5'indedir Kakava. Sizin de Kakava'nız kutlu olsun! İsmail Engin

Notlar

[1] Melih Duygulu: "Türkiye Çingelerinde Müzik" Tarih ve Toplum 23 (1995) 137: 296.
[2] İstanbul'da "kakavan" denirmiş, yakılıp üstünden atlanılan ateşe.. Bkz. TDK: Türkiye'de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü - VIII - K, Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1975: 2602.
[3] Necdet Sakaoğlu: "Kırklareli'nde Gelenek Bolluğu – Kakava Bayramı" Tarih ve Toplum 23 (1995) 137: 291. 
[4] Sinan Şanlıer: "Cazın ismi Trakya'da Kakava" Cumhuriyet Dergi, 5 haziran 1994. 
[5] Oral Onur: "Çingeneler" Tarih ve Toplum 23 (1995) 137: 275.

Ayrıca bkz. ve krş.

Ece Baykal; Mutlucan Şahan; Alp Baruh: "Yaşasın Romanlar, kahrolsun barolar", Cumhuriyet Dergi,  30.05.2004 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder