Seyyidlik, İslâm dünyasında nasıl ve hangi tarihi şartlar altında doğdu?
Seyyidlerin Osmanlı hukuk teşkilat ve kültürü içerisindeki yerleri nedir?
[İsmail Engin - @kanalkultur] Rüya Kılıç'ın Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak yönetiminde hazırladığı ve 1994 yılında sunduğu yüksek lisans tezinin konusu "Seyyid ve Şerifler".
"Hilâfet Mücadelelerinin İslâm Tarihinde ve Osmanlı İmparatorluğu'nda Toplumsal Yapıdaki İzdüşümü: Seyyid ve Şerifler" başlığıyla Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı'nda hazırlanan tez, "Özet", "Summary", "İçindekiler", "Kısaltmalar, "Önsöz" ve "Giriş" kısımları haricinde 6 bölüm ve "Sonuç" ile "Kaynakça"dan oluşuyor.
Çalışmanın amacı, "İslâm toplumlarında ve Osmanlı sosyal tabakalaşmasında müstesnâ bir yere sahip olan seyyid ve şerif zümresinin esas olarak Osmanlı sosyal yapısının bugüne kadar üzerinde durulmamış bir kesiminin günışığına çıkarılmasına" yardımcı olabilmek şeklinde belirlenmiş. (s. vii)
Rüya Kılıç, tezinde, Seyyidlik kurumunu "Osmanlı sosyal tabakalaşmasında İslâmî mirasın tipik göstergesi" şeklinde görüyor ve değerlendiriyor. (s. vii).
Kılıç, tezinin "Giriş" kısmında (s. 1-3) "İslâmiyet'ten önce Arap toplumlarında kabileleri yöneten şefler için kullanılan ve bir çeşit asâlet simgesi olan seyyid ve şerif kelimeleri Emevî döneminden itibaren genel olarak, Peygamber ailesinden gelenleri ifade etmeğe başlamış, Peygamber'in iki amcasının çocuklarının soyuna mensup olanları, yani Ebû Talip Oğulları ile Abbâs oğullarını içine almıştır. Özel olarak ise, Peygamber'in kızı Fatıma'dan olma torunları Hasan'ın ve özellikle de dramatik bir şekilde öldürülen ve efsaneleşen Hüseyin'in soyundan olanları nitelemek için daha yaygın bir şekilde kullanılmışlardır." diyor ve ekliyor: "(...) Nitekim vekâyinâmelerde seyyid ve şerif ünvanlarının daha çok Hz. Ali'nin çocukları için kullanıldığı görülür. (...) özellikle Peygamber'in Hz. Ali ve Hz. Fatma'dan olan çocuklarından, Hasan soyundan gelenlere şerif ve Hüseyin soyundan gelenlere seyyid denilmekle beraber, bu ünvanlar Hz. Ali'nin Hz. Fatma'dan olmayan diğer oğlu Muhammed b. el-Hanefi soyu için de - aynı yaygınlıkta olmamakla beraber - kullanılmıştır." (s. 1)
Tezinin ilk bölümünde "Seyyidlik Kurumunun Sosyal Temelleri: Eski Arap Asalet Anlayışı ve Asabe Kavramı" üzerinde duran Kılıç (s. 4-8), "İslâm öncesi Arap toplumundaki seyyid tipinin sosyal prestiji ile Emevî-Hâşimî ilişkilerindeki köklü rekâbetin, İslâm sonrası seyyidliğinin kökenlerinin dayandığı ilk nüveler olduğu anlaşılmaktadır." görüşündedir. (s. 8)
Araştırmanın ikinci bölümü (s. 9-31) "Seyyidlik Kurumunun Siyasi Temelleri: Hilafet Kurumu Etrafındaki Tartışma ve Mücadeleler" başlığını taşıyor. Bu bölümde "Dört Halife Devri"ni, "Emevî ve Abbasî Dönemi"ni ele alan Rüya Kılıç, "farklı İslâm ülkelerinde başta bulunan sülâlelerin [örneğin; Ahmed Yesevî'nin ve Türkistan'da Hocalar; Safavîler; Yemen'de Süleymânîler, Ressîler; İspanya'da Hammâdiler...] seyyidlik, şeriflik iddiasında bulunması; gerçekte hareketlerine meşrûiyet kazandırmak, mânevi nüfuz elde etmek ve idarelerini yerleştirmek, halkın desteğini kazanmak, gibi siyâsî kaygılara dayanmakta olup istisnaları olmakla beraber uydurulan ve insanı şaşırtacak kadar ayrıntılı olarak verilen bu seyyidlik şecerelerinin tarihî açıdan gerçekle herhangi bir ilişkisi olmadığı açıktır." (s. 31) ibarelerini kaydediyor!
Araştırmacı, "Osmanlı Sosyo-Ekonomik Yapısında Seyyidler"in ele alındığı üçüncü bölümde (s. 32-39), "Osmanlı toplumsal tabakalaşmasında seyyid ve şerif'in yerini belirlemeden önce bu tabakalaşmanın hangi ölçüte göre yapılandığı ve bu yapıya seyyidler'in yerleşip yerleşmediği, eğer yerleşmiyorsa nasıl bir ölçüt veya ölçütlerin ele alınması gerektiği" (s.33) üzerinde duruyor. Kılıç, "belli bir mesleğe veya göreve sahip olmayan toplumun en üst seviyelerinden alt seviyelerine kadar değişik mertebelerde yer alan seyyidler'i birbirine bağlayan ve bir zümre halinde Osmanlı tabakalaşmasında yer almalarını sağlayan ortak payda, özel bir yaşam biçimi ve kendileri dışında toplumun diğer üyelerince onlara verilen benzer saygınlık ile doğuştan elde ettikleri kan asaletine dayalı hak ve imtiyazlarla kapalı ve ayrıcalıklı bir 'statü grubu' olmalarıdır." görüşünü savunuyor. (s. 39)
Araştırmanın "Osmanlı Hukuku İçinde Seyyidler" başlığını taşıyan dördüncü bölümünde (s. 40-46), "İslâm devleti olarak İslâm hukukunu" kabul eden Osmanlının, İslâm hukuk yapısının ana karakteristiklerine yer veriliyor; "Kanunlara aykırı hareketlerinde seyyidler, İstanbul'da iseler nakîbü'l eşraf, taşrada ise nakîbü'l eşraf kâimmakamları tarafından yargılanır ve cezalandırılırdı. (...) nakîbü'l eşrâflar sultandan sonra seyyidler üzerinde mutlak bir otoriteye sahiptiler. Sultan seyyidler'den birinin cezalandırılmasını ve idamını istediğinde bu hükmü nakîbü'l eşrâf onaylar ve infaz ederdi. Onun izni olmadan ölüm cezasına çarptırılamazlardı. (...) Seyyidler'e verilen cezalar da halk önünde uygulanamazdı. (...) Bir seyyid kötülenemez, bir Türk tarafından hakaret edilip dövülemezdi. Ayrıca onun bulunduğu yerde silah atılamaz, iki ateş arasında girdiğinde ise ateş kesilirdi." deniyor. (s. 42) Peygamber neslinden gelenlerin ellerinde "siyâdet berâtı" ve nesle mensubiyetlerini gösteren hüccetlerinin olduğuna atıf yapan araştırmacı, Sâdât'a aitliğini kanıtlaması için Seyyidler'den şahitler de istendiğini ve ancak ondan sonra nakîbü'l eşrâf defterine kaydolunduğunu belirtiyor. (s. 44)
"Teşkilat (Nakibü'l Eşraflık)" adlı beşinci bölümde (s. 47-62) söz konusu kurumun ne zaman ortaya çıktığının henüz karanlık olduğunu ifade eden Kılıç, Abbâsîler döneminde kesin olarak varlığından haberdar olunduğuna vurgu yapıyor. (s. 47) Araştırmacı II Beyazıd döneminde Seyyid Mahmud tarafından teşkilatın yeniden organize edildiğine işaret ediyor; nakîbü'l eşrâf'ın görevleri arasında seyyid ve şerifler'in işleriyle uğraşmak, onların çıkarlarını gözetmek; savaş gelirlerinden kendilerine düşen payı dağıtarak saygınlıklarını ve maddi durumlarını korumak bulunduğuna dikkat çekiyor. (s. 49)
"Osmanlı Kültüründe Seyyidler" başlıklı altıncı bölümde (s. 53-62) "Seyyidler zümresinin, daha başlangıçtan itibaren Anadolu'nun iskanında da rol oynadıklarını, seyyid kelimesiyle yapılmış köy isimlerinin varlığından anlıyoruz" (s. 62) diyen araştırmacı, "Sonuç" kısmında (s. 63) seyyidlik ve şeriflik kurumu "bizzat dînî bir kural gereği ortaya çıkmamıştır. Aksine, eski Arap kabile asabiyeti geleneği çerçevesinde, yöneticinin ailesinin (ehlü'l beyt) kazandığı asâlet statüsünün, İslâm'dan sonra da toplumda devam etmesinin bir sonucu olarak hilâfet kurumu etrafındaki mücadelelerin etkisiyle birleşmek suretiyle ortaya koyduğu ve gelenekselleştirdiği bir kurum olmuştur." (s. 63) görüşünü dile getiriyor... [İsmail Engin - @kanalkultur]
Bkz. Rüya Kılıç: "Hilâfet Mücadelelerinin İslâm Tarihinde ve Osmanlı İmparatorluğu'nda Toplumsal Yapıdaki İzdüşümü: Seyyid ve Şerifler." Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, Ankara 1994, viii + 79 S.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder